Gezgin: Hürol SİPAHİOĞLU
Yeni Sitemize Taşındık.
Güncel yazılarımızı
adresinden takip edebilirsiniz.
Münih’i görmeden önce şehir hakkındaki önyargım, teknolojiye boğulmuş,
mekanik, sanayinin çarklarının insanları öğüttüğü bir yer olduğu yönündeydi. Meğer şehirleşmenin insanı betonlaşmaya mahkum etmek demek olmadığını, sanatla yoğrulmuş bir tarihi de
içine alan, yeşillikler içinde bir
metropol olabileceğini gösteren
örnek yerlerden biriymiş.
Zaten 2016 yılında dünyanın en yaşanası dördüncü şehri seçilmiş. Aslında Münih şehri, bizim yaşımızdakilerin hayatına taa 1972 yılında girmişti; Filistinli gerillalar tarafından düzenlenen kanlı bir baskınla on bir İsrailli sporcuların öldürüldüğü Olimpiyatlar sırasında bir şekilde hepimiz ekranlardan da olsa, Münih’teydik…
Zaten 2016 yılında dünyanın en yaşanası dördüncü şehri seçilmiş. Aslında Münih şehri, bizim yaşımızdakilerin hayatına taa 1972 yılında girmişti; Filistinli gerillalar tarafından düzenlenen kanlı bir baskınla on bir İsrailli sporcuların öldürüldüğü Olimpiyatlar sırasında bir şekilde hepimiz ekranlardan da olsa, Münih’teydik…
Sonra filmler vardı Münih’te geçen… Mesela
Fassbinder’in Veronica Voss’un Tutkusu…
Biraz entel takılıp filmin ağdalı
psikolojik havasından yola çıkarak Münih ile özdeşleşen
bir atmosferi konu alan bir yazı yazabilmeyi isterdim; ya da en azından Steven
Spielberg’in yönettiği ve 1972
Olimpiyat Oyunlarını konu alan 2005 yılı yapımı Munich’i başlangıç noktası olarak almak hoş olabilirdi.
Ama benim aklıma gelen ise 1974 yapımı
‘Almanya’da Bir Türk Kızı’... Benim malzeme de bu… ‘O dönemlerin filmleri de
çok içten, çok samimiydi’ diyenlere filmi biraz hatırlatayım. Olimpiyatlarla
ünlenen Münih’i (kısa bir süre de olsa) fon olarak alan filmde, Neşe Karaböcek Şile civarında bir yerde ful makyajla kırda bayırda dolanıp Münih’e giden
kocasının yolunu bekleyen Zeynep rolünde… Kocası Murat (Engin Çağlar) ziyarete gelir, ama yanında sarışın bir Alman bomba (bu bomba ise Ceyda
Karahan’dır, bizim dönemin ergenleri kendisini iyi bilir) vardır. Kocası Şile’de
hoşça vakit geçirir, sonra Münih’e
geri döner. Bu hoşça vakit geçirme
sırasında, Zeynep’i hamile bırakır. Zeynep de kocasının ardından Münih’e
gider ve, Hauptbahnhof’a iner. O dönem
için yurt dışında (bir kısmı da
olsa) film çekmek büyük sükse tabii, ayrıca Münih, Almanya’da Türk nüfusun en
çok olduğu şehirlerden… Ve Neşe Karaböcek bir şekilde
Almanları kendine hayran bırakan bir şarkıcı
olur. Bu arada seyirci olarak biz de Neşe
Karaböcek’in peşine takılıp gezeriz
Münih’i… Karlstor’da dolanırız,
Propylaen civarında yürür, Bavyera Heykeli’ni görürüz, hatta Starnberger See’de
Neşe’den şarkı dinleriz,
faşinge bile gideriz, tabii
Olimpiyat bölgesini de görürüz. Neşe gibi, bizim de başlangıç noktamız Hauptbahnhof. (Bu arada Hauptbahnhof civarı,
tek erkek gezginler için –gezmek, görmek dışında- başka eğlenceler de sunmakta, özellikle Bayer Strasse ve
ona açılan yan sokaklarda… Yine Bayer Strasse’de Avrupa’nın en büyüğü olduğunu
iddia eden bir kumarhane var, irili ufaklı bir çok kumar oynanacak yer de bu
civarda… Nereden mi biliyorum; otelim oralardaydı. Neyse, bu yazının günaha davet
kısmı bu kadardı; şimdi gezimize
dönelim.
Ama önce bir not; bu yazı bir gezi yazısından çok
bir rehber… ‘Gittim şuraları gördüm’den
ziyade, oralara nasıl gideceğinizi ve neler göreceğinizi anlatan bir derleme; Münih gezinizde size
arkadaşlık edecek bir yazı. Onun için uzun.
Almanya’nın üçüncü büyük şehri olan Münih, 1,5 milyon nüfuslu koca bir
metropol, Bavyera’nın da başkenti. Münih, Benedikt keşişleri
tarafından kurulan bir yerleşim,
ismi de oradan geliyormuş. Şehrin adının geçtiği en eski tarihli belge 1158… 1178 yılında ise resmi olarak şehir haline gelmiş. 1255 yılından itibaren Bavyera hanedanlığının idari merkezi olan şehir 1506 yılında da başkent olmuş.
Münih’teki Bavyera Hanedanlığı
I.Dünya Savaşı sonuna kadar sürmüş. Daha
sonra komünist ayaklanmaları, Nazi hakimiyeti derken Münih 2.Dünya Savaşında yerle yeksan olmuş. Savaş
sonrası Şehir, geleneksel yapılanma
yerine eskiyi de koruyan şık bir şehre dönüşmüş. Şehrin
merkezi, eski ve yeni belediye binalarına ev sahipliği yapan Marienplatz, hemen etrafında romanesk
Peterkirche ve Münih’teki en görkemli kilise Frauenkirche ile meydanın kapısı Karlstor’dan oluşmakta. Merkezden dört büyük 19 yüzyıl caddesi
geçmekte: Sanat ve müze bölgesi Köningsplatz’a uzanan neo klasik Brienne
Strasse, İtalyan tarzı yol
üzerindeki üniversite ve kamu binalarına da yansımış olan Ludwig Strasse, lüks ve şatafat tutkunları için pahalı dükkanların
sıralandığı neo gotik Maximilianstrasse
ve müzeleriyle ilgi merkezi olan Prinzregentenstasse...
Münih, keşişler tarafından kurulduğundan mıdır, nedir, Almanya’nın tutucu bir
bölgesi olarak kabul ediliyor (Bizim buradaki deneyimlerimizden sonra öyle
tutuculuğa can kurban diyesi geliyor
insanın), hatta 1618-1648 yılları arasında katolikler ve protestanlar atasındaki
otuz yıl savaşlarında katoliklerin
kalelerinden biriymiş. Gerçi Max I
Joseph gibi Bavyera kralları, özgürlükçü tutumlarıyla şehrin çehresini değiştirmiş. Aslında burada Münih’e damgasını vuran Bavyera
Hanedanlığından biraz bahsetmek
gerekirdi ancak o kısmı, Bavyera Hanedanlığının en sansasyonel krallarından Ludwig II’nin saraylarını anlatacağım yazıya sakladım.
Sonuçta Münih bir çok sanatçı için de
çekim merkezi olmuş; Gustav Mahler, Richard Strauss,
Thomas Mann, Rainer Maria Rilke, Bertolt Brecht, Lion Feuchtwanger gibi
sanatçılar Münih’in cazibesine kayıtsız kalmamıştır. Bir şekilde Münih’in cazibesine kayıtsız
kalamayan bir kesimde genelde göçmenler, özelde Türkler; Münih, Türklerin en yoğun yaşadığı
yerlerden.
Bu yazıda gezilecek yerleri sınıflandırıp ayrı
bölümler olarak ele aldım. Müzelerle ilgilenenler, sadece o kısmı okuyarak
yazının geri kalanına teğet
geçebilir, keza kiliseler, anıtlar vb. de öyle… Bu yazı temel olarak görülecek
yerlere odaklandı, yani orada kaldım, burada alış veriş yaptım kısmı yok.
Ya da kısaca değinilmiş durumda. O zaman önce Münih’e ulaşalım, sonra şehir içi ulaşıma değinelim ve sonra da gezmeye başlayalım.
ULAŞIM
Ben Lufthansa’nın Ankara’dan doğrudan uçuşuyla
Münih’e gittim; uçak Havaalanının T2 bölümüne indi. Münih Havaalanı (Münich Flughafen) T1 ve T2 bölümlerinden oluşuyor, T2 bölümü daha yeni ve modern kısmı ve
Lufthansa ile diğer Star Allience üyesi havayolu şirketlerine hizmet veriyor. Ama nedense THY’ne,
T1 bölümünü kullandırıyorlar (en azından 2017 Mart itibariyla). Diğer özel Türk havayolları da T1’de bulunuyor
haliyle.
Münih Havaalanı Şehrin 33 kilometre kuzeybatısında, taksi tercih edebilirsiniz ama
toplu taşıma ile Havaalanından Münih
merkezine gelmek çok kolay. Havaalanındaki işlemleriniz bittiğinde
çıkışa yöneliyorsunuz, havaalanı
binasının çıkışının tam karşısında banliyö trenleri diyebileceğimiz S-Bahn istasyonunu göreceksiniz. Oradan S1
veya S8 hattı ile Münih’in ana tren istasyonu Hauptbahnhof’a gelebilirsiniz;
zaten burası bizim gezilerimizin de başlangıç
noktası…
Her iki hat da aşağı yukarı aynı zamanda
Hauptbahnhof’a varıyor, 40 dakika kadar sürüyor yol; belki S8 biraz daha kısa
olabilir… S8, Şehrin batısından önce
Doğu İstasyonuna (Ostbahnhof) uğrayarak
merkeze geliyor, S1 ise Şehrin kuzeyinden dolaşarak ama doğrudan
Merkez İstasyona geliyor… Kalacağınız yere göre hatları tercih edebilirsiniz. Asıl mesele dönüşte… Çünkü S1 hattında aynı tren hem Havaalanı hem de Freising semtine
gidiyor, tren Neufahrn’da ayrılıyor. O nedenle trenin hangi bölümünün
Havalanına gittiğine dikkat edin.
Genelde S1 hattında trenin arka kısmı Havaalanına ayrılmış..
Tren bileti 11.20 Euro. Biletlerin mutlaka
istasyon girişindeki mavi
makinelerde aktive edilmesi gerekiyor ve 4 saat geçerli. Bunun yerine 12.80 Euroya günlük her bölgeye geçerli bilet alırsanız, gün içinde de rahat rahat
kullanabileceğiniz bir biletiniz
olur. Ayrıca Havalanından Merkez Tren İstasyonuna çalışan otobüsler de var, yarım saatte bir Hauptbahnhof’a ulaşılıyor, bilet fiyatı tek yön 10,50 Euro.
Dönüş
için bir hatırlatma daha; Münih Havaalanı çok geniş bir yer ve ölü dönemde bile uzun kuyruklar
olabiliyor. Bavulunuzu teslim ettikten sonra duty free’nin derinliklerine
dalmayın, polis kontrolünden sonra uzun bir yürüyüşle uçağınızın
terminaline gideceksiniz, bu arada kısa bir metro yolculuğu da yapacaksınız. Ayrıca her bir terminalde duty
free dükkanları ve kafeler bulunmakta. Onun için önce çıkış işlemlerinizi
bitirmeniz, sonra zamanınızı son alışverişe harcamanız önerilir.
Gelelim Münih’te şehir içi ulaşıma. Şehir içi toplu taşımacılık açısından, metro hattı (U Bahn), banliyö hattı (S Bahn),
tramvay ve otobüs kullanılabilir. Şehirde
8 tane metro hattı, 8 tane banliyö tren hattı, 13 tane de tramvay hattı var. U
ve S hatlarının çoğunun kesiştiği
ana durak, Hauptbahnhof Durağı;
sadece U4 ve U5 Karlsplatz’dan, U3 ve U6
Marienplatz’dan geçiyor. Hauptbahnhof, Karlsplatz ve Marienplatz
birbirine çok yakın mesafeler ve Münih’in kalbini oluşturuyor, dolayısıyla buralar sizin sık sık geçeceğiniz yerler.
Toplu taşım
biletleri, istasyonlardaki makinelerden, bilet ofislerinden ya da bazı
otellerden sağlanabiliyor. Tek kullanımlık
ya da çoklu biletler mevcut ve fiyatları bölgelere göre değişiyor.
Kısa yolculuklar için (dört duraklık) tek bilet 1.40 Euro, her bölge için
alınacak tek bilet 2,80 Euro, 10 kullanımlık
biletler ise 13.50 Euro; bu biletler araç içindeki makinelere bastırılarak
kullanım gerçekleşmiş oluyor. Bir de günlük biletler var, aldığınızda saat kaç olursa olsun, ertesi günün sabah
6’sına kadar kullanabiliyorsunuz; bu biletler bir kişi için 6.60 Euro, dış bölge 8.80 Euro , tüm bölgeler 12.80 Euro… Bu
biletlerden 3 günlük almak isterseniz (sadece iç bölgede kullanmak üzere) 16.50 Euro ödüyorsunuz. Bu biletleri grup olarak da alabilirsiniz, 5 yetişkin veya 10 çocuk için günlük bilet dış
hatlar dahil 12.60 Euro, tüm hatlar için 29.10 Euro…
Bitmedi… Ve şehir kartı… Kendinizi oradan oraya atmak için en ideali, ayrıca
yetmişe yakın müze, kafe, lokanta,
gösteriye indirimli ya da bedava giriş
hakkı veriyor. Gerçi iç bölge için geçerli ama yine de uygun, 1 günlük 11.90 Euro, 3 günlük 21.90 Euro, 4 günlük 27.90 Euro… 3 ve 4 günlüğün tüm bölgeler için şehir kartı bulunmakta ve fiyatları 34.90 Euro ve
44.90 euro… Şehir kartının yine grup
için olanı da var; bu da günlük 19.50 euro, 3 günlük iç bölge 32.90 Euro, 4
günlük iç bölge 41.90 Euro, 3 günlük tüm hatlar 57.90 Euro, 4 günlük tüm hatlar
72.90 Euro…
Eh bir de, gezginlerin zaman zaman kurtarıcısı
olan şehir gezi otobüsleri var.
Münih gezi otobüsleri, şehrin ana
noktalarını gösteriyor. Günlük tur 22 Euro, 2 günlük tur 27 Euro… Hauptbahnhof’tan yarım saatte bir kalkan turlar sabah 10’da başlıyor, son tur da saat 16’da…
Çok karışık
gibi duruyor ama gezmeye başlayınca
herşey yerini bulacak. Her gittiğim yerin ulaşım bilgilerini de vereceğim,
ona göre nereye gitmek isterseniz hesabınızı kitabınızı yaparsınız. Münih’te
toplu taşımacılık sisteminin
denetimi pek olmuyor denir, güvene dayalı bir sistem olduğu için bilet kontrolleri pek yapılmıyor. Ama bir günde 3 defa bilet kontrolü yapıldığını
da gördüm, ona göre… Cezası 60 Euro. Sadece doğru bileti almanız yetmiyor, bir de onu tren istasyonlarındaki ya da
araç içindeki makinelerde onaylatmanız gerek. Tekrarlayayım; Münih’in esas görülecek yerleri
Hauptbahnhof- Marienplatz, hadi bilemedin Odeonplatz arasında ve buralar yürüme
mesafesi, yani 1-2 günlük kısa bir
süreniz varsa zaten toplu taşımaya
bile gerek duymayabilirsiniz. Ben anlatayım, tercih sizin…
Önce, gezinizde kolaylık sağlaması için önemli mekanlardan başlayalım, sonra müzelere, saraylara ayrıntıyla
bakalım.
MEKANLAR,
ANITLAR, HEYKELLER
Münih’te çeşitli
dönemlere ait muhteşem yapılar,
heykeller, anıtlar bulunmakta. Şehirde
dolaşırken mutlaka karşınıza çıkacaklardır ama bazıları artık Münih’in
simgesi olmuş yerlerden, onlara
kesinlikle zaman ayırın. Bunların başında
da Marienplatz’daki Altes Rathaus ve Neues Rathaus gelmekte.
Marienplatz’a girerken 1328 yılında Augustinus keşişleri
tarafından kurulan Münih’teki en eski bira imalathanesi Augustinerbrau; hemen
Neues Rathaus önünde de Meryem Ana Sütunu bulunuyor.
Altes Rathaus, Şehrin eski belediye sarayı olup 1475 yılında Frauenkirche’nin mimarı da olan Jörg von Halspach tarafından tasarlanmış, daha sonra 1877-1934 yılları arasındaki yapımlar sırasında bugünkü neo gotik havasına bürünmüş. Marienplatz’ın sonunda yer alan binaya bitişik olarak eski kent kapısı olan Talbrucktor yer almakta. Kapının kulesinde ise bugün bir oyuncak müzesi var.
Neues Rathaus ise, yeni belediye sarayı olup
1867-1909 yılları arasında Georg Hauberrisser tarafından yapılmış. Binanın cephesi ince ince işlenmiş;
Bavyera krallarının, elektörlernin, azizlerinin, kahramanların yüzlerce heykeli
binayı süslemekte.
Göreceli olarak yeni bir yapı olmasına rağmen gotik havası bir ortaçağ sarayı havasını vermiş, binada şehir
yönetimine ait idari binalar var, kavisli koridorlarının camları Münih
tarihinden olayları konu alan vitraylarla süslü. Binanın ön yüzünün ortasındaki
80 metre yüksekliğindeki bölüm
Glockenspiele olarak isimlendiriyor.
Buranın özelliği ise, hergün saat 11,12 ve 17’de danseden kuklalarının olması (O
saatlerde tam karşısındaki
Peterskirche’nin kulesinde yerinizi alırsanız gösteriyi daha net
seyredebilirsiniz). Birkaç dakikalık
müzik girişinden sonra önce şövalyeler bir gösteri yapıyor, daha sonra alttaki
beyzadeler geliyor, onlardan da bir dans bir eğlence, kendi etrafında dönmeler, reveranslar… Gösteri 10 dakikaya
yakın sürüyor. Meğer bu, 1517
yılındaki veba salgını sırasında halka moral vermek için düzenlenen fıçıcılar
dansını anlatıyormuş.
Münih deyince şehir kapıları da görülmeye değer
yerler. Altes Rathaus’un yanındaki eski kent girişi olan Talbrucktor’dan bahsettik, şimdinin oyuncak müzesi. Sık sık göreceğiniz kapı ise Karlsplatz ile Neuhauser Strasse
arasındaki Karlstor; 14 yüzyılda Şehri
çevreleyen surların bir parçası olarak yapılmış. Önceden adı Neuhauser Tor
iken, 1791 yılında Prens Karl Theodore onuruna Karlstor adını almış. İç
ve dış kale olarak düzenlenen
duvarların zaman içinde yıkılması ardından geriye neogotik tarzdaki bu kapı
kalmış.
Şehrin bir diğer kapısı ise Isartor… Isartorplatz’da bulunan bu kapı, 1337 yılında
şehrin savunması için yapılan
kalenin bir parçası. Önce bir kule olarak düşünülen kapının yanlarına iki kule daha eklenmiş. Isartor, bugün hala kulesini ilk haliyle koruyan Münih’teki
tek kapı, sadece 1835 yılında bir restorasyon geçirmiş. Bugün burada, komedyen Karl Valentin adına bir
müze ve bir kafe bulunmakta. Isartor, şehrin
doğusunda Isar nehrine yakın bir
yerde bulunuyor ve şehir merkezine
de çok yakın. Genelde metro ile buradan geçip gidildiği için görülmeyebilir ama bir fırsat bulup çevreye
bakmanızda fayda var.
Son kapımız ise Sendlinger Tor. Şehrin güneyinde, yine savunma kalesinin bir
parçası olarak yapılan kapı, Sendlingertor metro durağının hemen yanında ama şehir merkezine de yürüme mesafesinde… Neues
Rathaus’un karşısındaki Rosen
st.’den devam ederseniz Sendlinger Strasse’ye ulaşacaksınız, bu sokak da sizi Sendlinger Tor’a
götürecek. 1318 yılında yapılan kapı, yine şehri kuşatan iç ve dış surların kesiştiği noktaların biri
olarak düşünülmüş ve İtalya’ya
giden yolun başlangıcı olarak düşünülmüş. Bugünse alışverişe
giden yolun başlangıcı olarak
görülebilir, çünkü Sendlinger Stasse ve devamı, alışverişleriz planlarınız için çok uygun bir yer, mutlaka yolunuz düşer. Ayrıca burada çeşitli tiyatrolar, sinemalar, dünya mutfağından türlü seçenekler sunan lokantalar var.
Ortaçağ
kapılarından başka, Münih’in bir de
kapı gibi duran zafer anıtı var: Siegestor… Burası, Ludwig Strasse ile Leopold Strasse’nin
kesiştiği noktada. Universitat Durağından ulaşabileceğiniz bölge, tam bir öğrenci bölgesi, sinemalar, lokantalar, kafeler,
dükkanlar burayı renklendiriyor. 1852 yılında Bavyera Ordusu için yapılan, 21
metre yüksekliği, 24 metre eni olan
bu anıtın tepesi mermer aslanlarla süslü.
Bu çevre Münih’in bir başka
kültür, sanat ve eğlence merkezi.
Şehrin eski merkezinde dolaşırken mutlaka Alter Hof’a da bir uğrayın. Altes Rathaus’un yanındaki Talbrucktor’dan geçip sola doğru yürürseniz karşınıza çıkacak yapılar, 12 yüzyılda kale olarak inşa edilmiş.
Bürgenstock,
Zwingerstock, Lorenzistock, Pfisterstock ve çeşmeden oluşan bina
yapıları, Bavyera hanedanının ilk yerleşim
bölgesiymiş. 1300 tarihli gotik
tonozlarla desteklenen binanın bazı bölümleri son dönemlerde yıkılmış. Şu
anda sivil toplum örgütlenmeleri ve sanatsal faaliyetlerin sürdürüldüğü birimler mevcutmuş. Şehrin
en eski halinden manzaralar görmek açısından ilginç…
Münih’te görmeden gelmemeniz gereken bir yapı da
Propylaen… Glyptothek ile karşısındaki
Staatliche Antikensammlungen (Antik Eserler Müzesi) arasında kalan ve Luisen
Stasse’ye bakan bina, adını Atina’daki Akropolis’in Propylae’sından almış. Neo klasik tarzda yapılan ve cepheye hakim olan
Dor sütunlarıyla dikkati çeken bina I.Ludwig’in antik Yunan dünyasına olan
hayranlığının sonucu olarak
kendisinin vakfı tarafından finanse
edilmiş, ancak oğlu I. Otto zamanında tamamlanmış. Binanın
süslemelerinde, I. Otto önderliğinde
Yunanlıların Osmanlılara karşı verdiği bağımsızlık
savaşından sahneler yer almakta.
Burası, Şehrin yeni bölümünün başlangıcı olarak kabul edilmekte.
Bir başka
muhteşem yapı da Odeonplatz’daki
Feldherrnhalle… Theatinerkirche ile Rezidenz arasında kalan bu yapı,
Ludwigstrasse’nin yapımı sırasında yıkılan gotik kent kapısı Schwabinger Tor
yerine 1841-1844 yılları arasında Friedrich von Gartner tarafından tasarlanarak
inşa edilmiş. Bavyeralı kahramanların anısına yapılan anıtın
ortasındaki 1882 yılına tarihlenen heykel 1871 yılındaki Fransa-Prusya Savaşı kahramanlarına adanmış. Burası aynı zamanda, Hitler’e yapılan başarısız ‘Birahane Darbesi’nin de gerçekleştiği
yermiş.
Löwenturm ise, Rindermarkt civarında
Pieterkirche’nin biraz ilerisinde yer alan 16 yüzyıldan kalma bir kule. Burası bir
parkın su kulesi olarak yapılmış, şimdi ise şehrin
turistik merkezi ile iş merkezi arasında kalmış, modern binalarla çevrelenmiş bir yapı. Zaten sadece bakmalık…
Bir ilginç anıt da, Breinner Strasse üzerindeki Obelisk;
Glyptothek ile Staatliche Antikensammlungn arasından bakıldığında gözünüze çarpacak 29 metre uzunluğundaki bu dikilitaş, Fransa’nn işgali
sırasında ölen 30.000 Bavyeralı askerin anısına 1833 yılında Leo Von Klenze
tarafından yapılmış. Tuğla üstüne bronz kaplama olan sütunun metal kısmı
ise, Navarin Savaşında batırılan
Osmanlı gemilerinden temin edilmiş. Eğer Ekimde Münih’teyseniz meşhur
Oktoberfest’e katılırsınız bir ihtimal… (mesela Neşe Karaböcek katılmıştı, yok galiba o faşinge katılmıştı ve sanırım faşing
yapılan yer Beyoğlu’nda bir
stüdyoydu). Bira mayalanması ile başlayıp
bira fıçısına musluk takılmasıyla coşan
festivalde biralar su gibi akarmış.
Ama eğer başka dönemlerde giderseniz, yine de Oktoberfest’in
ana meydanına uğrayın.
Theresienwiese metro durağından çıktığınızda
zaten alanı göreceksiniz. Göreceğiniz
bir başka şey de alanın öbür ucundaki Bavyera Heykeli… Bu
Heykel, 18 metre yüksekliğinde olup
1844-1850 yılları arasında Ludwig Schwanthaler tarafından yapılmış. Arkasında da ünlü Bavyeralıların büstünün olduğu neo klasik Ruhmeshalle bulunmakta.
Münih’in en şık bulvarlarından Maximilianstrasse üstünde yürürken Kral Maximilian Heykelini de görebilirsiniz.
Yolun devamında ise, Isar Nehrinin öteki kıyısında
Maximilianeum var. Burası 1949 yılından beri Eyalet Parlementosu olarak çalışmakta. Kral Maximilian II tarafından 1857 yılında
projelendirilmiş. Neoklasik tarzda
başlayıp Rönesans etkileriyle 1874
yılında tamamlanan Saray’ın cephe süslemeleri görülmeye değer.
Isar’ın karşı
kıyısında göreceğiniz diğer bir anıt da, Prinzregentenstrasse’nin
devamında göreceğiniz Friedensengel…
Barış Meleği olarak, 1871 Fransız-Alman Savaşı sonrası kurulan barış için,1896-1899 yılları arasında yapılan Heykel,
Maximilian Parkının Isar’a bakan tarafında. Heykel çevresinde çeşitli Alman krallarının heykelleri bulunmakta.
İlginizi çekecek bir başka heykel de, Yürüyen Adam… Bu Heykel, 1995 yılında Jonathan Borofsky tarafından 17 metre ve 16 ton olarak yapılmış Leopoldstrasse’de Munich Re İş Merkezinin yanında görülebilir.
Bu arada Karlsplatz’daki Adalet Sarayı’na da göz atmanızda fayda var. Zaten şehrin merkezine giderken gözünüze çarpacak olan bina (karşısında Karlstor bulunmakta) 1891-1898 yılları arasında neobarok tarzda yapılmış. Yanında da içinde nefis bir kafe ve görkemli bir havuzu olan Botanischegarten bulunmakta.
Frauenkirche’nin arkasında,
Kreuzviertel’deki Holnstein Konağı olarak adlandırılan barok tarzındaki malikane 1821 yılından itibaren Münih ve Freising Başpiskoposun ikametgahı olarak kullanımaktaymış (Erzbischoefliches Palais). Elektor Karl
Albrecht tarafından 1733-1737 yıllarında oğlu CuvilliesFranz Ludwig için yaptırılmıştır. Yolunuz düşerse göz atın. Eğer
zamanınız ve paranız varsa, Bayerische Staatsoper’da bir gösteri izleyin; ben
oradan oraya koşuşturmaktan dolayı izleyemedim. Resizdenz ile
yanyana olan binanın yapımına 1811 yılında başlanmış ama maddi
yetersizlikler dolayısıyla ancak 1818 yılında açılmış. Binayı gezmek de mümkün, 10 Euro giriş ile her gün saat 14’de rehberli tur mevcut.
Dünya futbolunun efsane takımı FC Bayern
München’in stadyumu olan Allienz Arena ilginizi çekiyorsa U6 hattı üstündeki
Fröttmaning durağından buraya ulaşabilirsiniz. UEFA’nın beş yıldızlı futbol sahaları içinde gördüğü yer, 2005 yılında yapılmış. Stadyuma maç izlemeye gidebileceğiniz gibi, gezmek için de gidebilirsiniz. İşin açığı ben gitmedim. Bana göre altı üstü bir stadyum. Hem zaten stadyumun
maketi Stadtmuseum’da var, bilginize…
Münih’te eğlenceye doymak, gecelere akmak için Gartnerplatz ile
Glockenbachviertel’e uğrayabilirsiniz. Şık lokantalar, keyifli kafeler, tasarım dükkanları,
barlar burada yoğun. Isar Nehrinin karşı kıyısı ise, daha çok yerleşim bölgesi olarak çok ilginç değil, zamanınız varsa, sokaklarına dalınabilir. Eğlencelere doyamadım diyorsanız Kultfabrik öneriliyor
ama ben gitmedim.
SARAYLAR,
ŞATOLAR
Bavyera, saraylar ve şatolar açısından çok zengin bir bölge… Ben beş saray/şatoya
gittim, bazıları şehir dışında ama gerçekten görmeye değer yerler. Burada şehir çevresinde olan üç sarayı anlattım. Belki de esas kaçırılmaması gerekenler,
Münih’in dışında; Kral Ludwig II’nin
iç dünyasını yansıtan Linderhof ve
Neuschwanstein sarayları zaman ayrılıp görülmesi gereken yerler, ayrıca Kral’ın
hazin öyküsü de bu saray/şatoları
daha ilginç hale getiriyor. Ama bunlar başka
bir yazının konusu. Biz şimdi
Münih’e geri dönüp merkezdeki saraylara göz atalım.
Rezidenz
Bavyera krallarının meskeniyken 1920
yılından itibaren müze olarak kullanılan, Şehrin tam merkezinde Odeonplatz’da Hofgarten’ın hemen yanında
bulunan bir saray; Odeonplatz’da (U3,4,5,6 hatları geçiyor) metro durağından çıkınca, ana girişi Hofgarten’ın çıkışında, rönesans tarzı iki muhteşem kapılı ön cephede bulunuyor, giriş önünde de Meryem Ana heykeli var. Ama Müze girişimiz doğu
tarafta; metro çıkışında karşınıza çıkacak anıt bina Feldherrnhalle’ye
yüzünüzü döndüğünüze soldaki yoldan
50 metre giderseniz Saray/Müze girişine
ulaşacaksınız.
Müze üç bölümden oluşuyor; Königsbau, Eski Rezidenz ve Festsaalbau…
Festsaalbau’nun içinde ise Cuvillies Tiyatrosu var. Burada ayrıca Bavyera Senfoni
Orkestrasının önceki salonu olan Herkulesaal bulunmakta. Rezidanzın kraliyet
salonları, hazine dairesi ve Cuvillies Tiyatrosu için bilet aldığınızda 13 Euro tutuyor. Müze ve Hazine daireleri Nisan-16
Ekim arasında 9-18 arası, diğer
zamanlar 10-17 arası açık; Tiyatro ise değişken çalışma saatinlerine tabii, ancak özetle bahar- yaz
döneminde 9-18, diğer dönemlerde
14-18 arası açık denebilir. Müze, pazartesileri de açık. Saray, 2.Dünya Savaşında hasar görmüş ama restore edilmiş. Daha
önceki gelişimde görmüştüm ama 2017 Mart ayı itibariyle Sarayın
Köningsbrau kısmı, dolayısıyla 19 yüzyıl porselenleri, Ludwig I ve Kraliçe Therese ‘nin odaları ile Sarayın göz bebeği Nibelungen Salonları kapalı.
Saray 1385 yılında Wittelsbach Şatosu olarak yapılmaya başlanmış
ve günümüzde Almanya’daki şehir
içinde bulunan en büyük saraymış.
130 oda ve 10 avlusu olan bina, Bavyera Hanedanının şaşaasına
ayna tutmakta.
Saray odaları ve sanat kolleksiyonları zaman
içinde genişleyerek Wittelsbach
hanedanının zevkine göre rönesans,
barok, rokoko, neoklasik tarzlarından esinlenen bölümlerle genişlemiş.
Saray Müzeye girişiniz doğu tarafındaki
Grottenhof’tan oluyor; burası tüfle kaplı midyelerle, camlarla yapılmış bir bölüm… Tabii beklediğim bu değildi,
koca Bavyera Krallığı midyelerden,
kabuklardan saray yapmış kendine
diye bir hayıflandım. Ama oradan geçilen Antiquarium insana haddini bildiriyor.
Burası Sarayın en eski odası, 66 metre uzunluğunda, rönesansın havasını taşıyan bu oda Albrecht V tarafından antika koleksiyonunu
sergilemek üzere 1568 yılında yaptırılmış,
sonraları toplantı, merasim odasına dönüşmüş. Porselen
Odası da ayrıca görülmeye değer.
Sonra yaşam
odalarına geçiliyor. Elektörlerin birbirine geçişli odaları Sarayın şatafatını
gözler önüne seriyor. Saraydaki birbirine geçmeli bu odalar, o dönemin soylu
hayatını ortaya koyuyor, bol şaşaa, zenginlik, görkem ve etrafınızı sarmalayan resim ve heykeller,
Alte Pinakothek’te gördüğümüz ‘Üzüm
Yiyen Dilenciler’ tablosu burada da var.
Sarayda Bütün Azizler Kilisesi görülmesi gereken
bir diğer yer; I.Ludwig tarafından 1826-1837 yıllarında İtalya’daki Palermo’daki Norman-Bizans kiliseden
esinlenerek yaptırılmış bir yapı.
Ayrıca ana girişteki Michaelskirche’den
esinlenerek yaptırılan Hofkapelle’de görülebilir.
Tabii Hazine bölümü, Hanedanlığın şaşaasını gösteren biçimde zengin ve ışıltılı. Türlü kıymetli taşlarla süslü taçlar, nişanlar, tahtlar, asalar, mücevherler yanında
kralların vücutlarından kalanlar, kraliçelerin haçları sergilenmekte.
Mücevherlerle süslü atlı Aziz George heykelciği ile Bavyera kraliyet tacı ve kılıcı ise mutlaka görülmesi
gerekenlerden.
1751-1753 yıllarında François Cuvillies
tarafından tasarlanıp yapılan Cuvillies Tiyatrosu ise Mozart’ın Idomeneo’sunun
ilk defa sergilendiği rokoko tarzdaki
gösterişli bir salon; Sarayın batı
tarafında yer almakta.
Rezidenz, Münih’te mutlaka görülmesi gereken
yerler arasında; Münih kraliyetinin zenginliğine tanıklık eden en parlak örnekler burada. Müzeyi gezmek yarım
gününüzü alır, aklınızda bulunsun.
Rezidenz’in çevresinde de görülecek çok yer var.
Tam karşısındaki Palais Preysing
bunlardan biri. Geç barok tarzındaki bina, Rezidenz’in karşısında olmak isteyen Pretsing Hohennaschau
tarafından 18 yüzyılda yaptırılmış,
daha sonra bir bankaya devredilmiş.
Rezidenz civarında dolaşırken
göreceksiniz.
Nymphenburg Sarayı, Şehir merkezine biraz daha uzak bir yer, yürüyerek
ulaşmak yorucu olabilir, U1 ve U7
metro hatları üzerindeki Rotkreuzplatz durağı kullanılarak ulaşılabilir,
ya da 17 numaralı otobüsle. Sarayın dış
bahçesine giden yol başında inince
Türk Konsolosluğunu da
görebilirsiniz. Saraya giriş 8,50 Euro. Saray Nisan-15 Ekim arasında 9-18, diğer zamanlar 10-16 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor. Bahçedeki
köşkler 16 Ekim-Mart arası kapalı.
Kraliyetin yazlık mekanı olarak kullanılan Nymphenburg Sarayı, 1664 yılında taht varisi olarak doğan Elektör Ferdinand Maria ile eşi Henriette Adelaide çiftinin çocuğu Max Emanuel adına Agostino Barelli’ye yaptırılmış. (Max Emanuel, Osmanlılara karşı Viyana’nın savunmasında önemli rol üstlenmiş biri). Saray mimari açıdan olduğu kadar bahçe tasarımı açısından da Avrupa’nın en güzel saraylarından biri olarak kabul ediliyor. 1701 yılında Max Emanuel, ek binalar da yaptırmış. 1715 yılında kemerli geçitlerle birbirine bağlanan dört köşk daha yapılmış. Wittelsbach Hanedanının muhtelif üyeleri tarafından zaman içinde çeşitli yapı ve dekorasyon eklemeleri yapılmış. Ana binanın girişi, barok ve rokoko tarzdan neoklasik tarza uzanan bir çeşitlilik göstermekte. Saraya girer girmez Tanrıça Flora’ya adanan Festsaal insanı büyülüyor; rokoko tarzındaki bu balo ve toplantı salonu, kapılarından duvarlarına kadar doğayı betimleyen freskolar, heykellerle dolu… Sarayda muhtelif yaşam odaları bulunmakta; Ludwig II’nin doğduğu oda da bunların arasında. Ayrıca Ludwig I’in çapkınlıklarına konu olan hanımların portrelerinin de sergilendiği Güzeller Galerisi’de özellikle erkek ziyaretçileri kıskançlığa boğacak gibi.
Kraliyetin yazlık mekanı olarak kullanılan Nymphenburg Sarayı, 1664 yılında taht varisi olarak doğan Elektör Ferdinand Maria ile eşi Henriette Adelaide çiftinin çocuğu Max Emanuel adına Agostino Barelli’ye yaptırılmış. (Max Emanuel, Osmanlılara karşı Viyana’nın savunmasında önemli rol üstlenmiş biri). Saray mimari açıdan olduğu kadar bahçe tasarımı açısından da Avrupa’nın en güzel saraylarından biri olarak kabul ediliyor. 1701 yılında Max Emanuel, ek binalar da yaptırmış. 1715 yılında kemerli geçitlerle birbirine bağlanan dört köşk daha yapılmış. Wittelsbach Hanedanının muhtelif üyeleri tarafından zaman içinde çeşitli yapı ve dekorasyon eklemeleri yapılmış. Ana binanın girişi, barok ve rokoko tarzdan neoklasik tarza uzanan bir çeşitlilik göstermekte. Saraya girer girmez Tanrıça Flora’ya adanan Festsaal insanı büyülüyor; rokoko tarzındaki bu balo ve toplantı salonu, kapılarından duvarlarına kadar doğayı betimleyen freskolar, heykellerle dolu… Sarayda muhtelif yaşam odaları bulunmakta; Ludwig II’nin doğduğu oda da bunların arasında. Ayrıca Ludwig I’in çapkınlıklarına konu olan hanımların portrelerinin de sergilendiği Güzeller Galerisi’de özellikle erkek ziyaretçileri kıskançlığa boğacak gibi.
Sarayın girişindeki havuzlu bahçe, arkasındaki park alanı mutlaka görülmeye değer. Bir başka
görülesi yer de Saray eşrafının at
arabaları ve kızaklarının sergilendiği
Marstallmuseum… Fayton der geçilir; halbuki Sarayın ışıltısı buraya da yansımış. Özellikle taç giyme törenlerinde kullanılan
arabalarla kışın kullanılan kızaklar
uzun uzun seyredilmeyi hak ediyor. Özellikle Kral Karl VII’nin taç giyme
törenindeki araba, o günleri yaşatacak
kadar canlı sergilenmekte.
Bu gidişimde sadece Sarayın ana yaşam odaları ve Saray arabalarının sergilendiği Marstallmuseum açıktı ama şu an kapalı olan, Max Emanuel’in çılgın eğlencelerle geçen hayatının sonunda kendisini ibadete verdiği Magdalenenklause, Saray çevresindeki muhtelif köşklerden Amalienburg, Badenburg, Pagodenburg’a da mutlaka uğrayın. 18-20 yüzyıllar arasında yapılan Nymphenburg porselenlerin sergilendiği porselen salonu da ilginizi çekecektir.
Nympenburg Sarayı, Münih gezisinde kayıtsız
kalınacak bir yer değil ancak gerek
ulaşımın biraz zaman alması, gerekse
gezilecek yerlerin çok olması ve geniş
bir alana yayılmış olması, buraya
ciddi bir zaman ayırmanızı gerektirebilir. Buna karşılık burada hem tarih, hem sanat, hem doğa açısından çok doyurucu zaman geçireceğiniz de bir gerçek.
Schleissheim Sarayları üç ayrı saraydan oluşuyor. Burası şehir merkezinin dışında, gidecekseniz
biletinizi her tarafa geçerli tarifeden almanızda fayda var. Buraya
(Havaalanında kullandığımız) S1
banliyö hattı ile gidebilirsiniz, Oberschleissheim durağında ineceksiniz. Saray oradan 15 dakika yürüme
mesafesinde. Yürümek istemezseniz, hemen istasyon önündeki duraktan 292
numaralı otobüse biniyorsunuz ve Schleissheim Schloss ya da bir sonraki
Lustheim durağında iniyorsunuz. Veya
U2 metro hattıyla Am Hart’a kadar gelip, oradan 295 numaralı otobüse
biniyorsunuz, ineceğiniz duraklar
aynı. Yalnız 295 numaralı otobüs Pazar günleri çalışmıyor, 292 ise saat 15’e kadar çalışıyor. Ama dedim ya, 15 dakikalık bir yürüyüş sizi S1 hattına (Oberschleissheim durağına) geri getirecektir.
Saraylar Nisan-Eylül arasında 9-18 saatlerinde,
Ekim-Mart arasında 10-16 arasında açık. Burası Eski Saray, Yeni Saray ve
Lustheim Sarayı’ndan oluşuyor; giriş fiyatları sırasıyla 3.50, 3 ve 1.50 Euro, kombine bilet alırsanız
7 Euro.
Eski ve Yeni Saray, birbirine yakın ve Schleissheim Schloss durağının hemen orada; Lustheim ise bu saraylara 1
kilometre mesafede, isterseniz 292 veya 295 ile Lustheim durağına kadar otobüsle gidebilirsiniz.
Schleissheim Sarayları, Wittelsbach Hanedanlığının en geniş ve en etkileyici saraylarından. Eski Saray, 1595 yılından itibaren
hanedanlığın kır evi olarak
kullanılan bir yerin üstüne yapılan Rönesans etkileri taşıyan bir saray, 2.Dünya Savaşında çok hasar görmüş, restore edilmiş. Barok tarzındaki Yeni Saray ise 1701 yılında Max Emanuel
tarafından mimar Henrico Zuccalli’ye yaptırılan, kanallarla birbirine bağlanan bahçeleriyle bir bütün oluşturan dört kanatlı bir saray. Gerçi Max Emanuel
burada hiç yaşamamış. Sarayın iç dekorasyonu, döşemeleri, duvar resimleri bir bütün olarak Bavyera
baroğunun en üst örneklerinden. Özellikle Büyük Salon, Viktoryen Salon ve
Büyük Galeri’ye dikkat. Lustheim Sarayı ise aslında bir av köşkü. Bahçede ise devasa bir bira bahçesi varmış ama mevsim dolayısıyla bir faydasını görmedim o
bahçenin.
Yeni Saray, bugün bir yaşam alanı olarak sergilenmekte… Eski Saray,
bugün Bayerisches National Museum’un 2
bölümüne ev sahipliği yapıyor;
Prusya’nın etnografik malzemeleri ile daha çok dini objeleri içeren folklorik
koleksiyon. Bavyera Milli Müzesi’nde çok
üstün örneklerini gördüğümüz dinsel
konulu ‘Native scene’lerin (bana göre daha uyduruk) muhtelif versiyonları var;
bunların arasında bir de Mevlevi derviş
görmek hoş bir sürpriz olsa da
kendiniz görün, sanki mahalle pazarından alınmış gibi.
Lustheim
Sarayı ise yine Bayerisches National Museum’un bir bölümü olarak Meissen
porselenlerine ev sahipliği yapıyor.
Ama bu porselenlerin de en iyi örneklerini hem Bavyera Milli Müzesi’nde hem de
II.Ludwig’in saraylarında görebilirsiniz.
Zamanınız kısıtlıysa burayı atlayın derim; yolu uzun, gezmesi zaman alıcı, içeriği ise diğer saraylarla karşılaştırılınca en azından bildik… Hem gezinizi saraylarla doldurmak da istemezsiniz herhalde.
Not:
Münih’in hemen dışında Dachau’da (Toplama kampının olduğu yer) bir saray daha var ama ben gitmedim. Gitmek isteyenler S2
banliyö hattıyla Dachau ‘ya gidebilirler. Burası kale olarak 1100 yılında Wittelsbach’lar
tarafından yaptırılmış ama 1398-1403
yıllarında yıkılmış. 1546 yılında
William IV tarafından bir rezidans olarak yeniden yaptırılmış. Gerisini gidenler tamamlasın…
Münih banliyösü olan Dachau’da Nazilerin ilk
toplama kamplarından biri var. Yüreğinizin
burkulacağı, insanlığınızdan utanacağınız bir yer; şen şatır bir tatil gezisi için gidin diyemem ama gitmeyin
demeye de dilim varmaz, çünkü gayet ibretlik bir yer. Dachau, S2 hattı üzerinde
(Altomünster ve Petershausen tarafı) bir yer; Dachau’da inince istasyon
önündeki duraktan 726 numaralı otobüse biniliyor ve KZ Gredenkstatted durağında iniliyor. Burası da Münih’in banliyö hatlarından,
biletinize dikkat. Dachau Toplama Kampı, 9-17 saatleri arasında ücretsiz olarak
ziyaret edilebiliyor.
Kamp girişindeki demir kapıda ‘Çalışmak özgürleştirir-Arbeit macht frei’ yazıyor; güler misiniz, ağlar mısınız, yoksa bu ne yaman çelişki anne, diyerek kendimize mi yanarız, bilmem artık… Burası, Hitler’in 1933 yılında şansölye seçilmesinden hemen sonra siyasi suçlular için kurulmuş 4000 m2 lik bir kamp, diğer toplama kampları için prototip bir yer olmuş; SS’ler için de bir vahşet okulu… Amerikan askerlerinin 1945 yılında girmesiyle kamptaki vahşet durmuş. 1945-1948 yıllarında ise Amerikalılar Nazileri burada hapsetmiş. 1963 yılına kadar da mülteciler buraya yerleştirilmiş.
Kamp girişindeki demir kapıda ‘Çalışmak özgürleştirir-Arbeit macht frei’ yazıyor; güler misiniz, ağlar mısınız, yoksa bu ne yaman çelişki anne, diyerek kendimize mi yanarız, bilmem artık… Burası, Hitler’in 1933 yılında şansölye seçilmesinden hemen sonra siyasi suçlular için kurulmuş 4000 m2 lik bir kamp, diğer toplama kampları için prototip bir yer olmuş; SS’ler için de bir vahşet okulu… Amerikan askerlerinin 1945 yılında girmesiyle kamptaki vahşet durmuş. 1945-1948 yıllarında ise Amerikalılar Nazileri burada hapsetmiş. 1963 yılına kadar da mülteciler buraya yerleştirilmiş.
Dachau’da Nazi vahşeti altındaki 12 yılda 200.000 kişi hapsedilmiş. Kampa girince sağda mahkumların çalışma yeriyle başlıyorsunuz gezmeye, sonra yatma, yemek, banyo, tuvalet yerleri, ibadet alanları var. Odalarda Nazilerin uyguladığı işkenceler şematik olarak anlatılmış. Mahkumların ve özel tutukluların yaşamları anlatılmış. Aynı zamanda Kampın yöneticisi Nazi subayları hakkında da bilgiler veriliyor. Bazı bölümler müze olarak düzenlenmiş, mahkumların, yöneticilerin eşyaları, mektupları sergilenmekte. Aynı zamanda mahkumların resimleri var, bazıları gülen gözlerle bakmışlar fotoğraf makinelerine, sanki canım ne kadar kötü olabilir ki, dercesine kaygısızca, hatta belki her şey iyi olacak diye bir umutla…
Kamp mahkumlarının sınıfları; tabii ki başta Yahudiler, yahova şahitleri, eşcinseller,
politik muhalifler, göçmenler ve asosyaller (eyvah, eyvah…). Kampı gezdikçe
üstünüze basan kasvet artacak ama bekleyin, sırada gaz odaları ve fırın var.
Mahkumlara banyo yapmaya götürüldükleri söyleniyormuş; mahkumların gaz verildiği an ki acıları, şaşkınlıkları,
çaresizlikleri, hayal kırıklıkları sanki duvarlara sinmiş, dayanabilirseniz dayanın…
Sersemlemiş
olarak çıkacaksınız. Kampın bulunduğu
coğrafya nasıl güzel; mart soğuğunda
bile etraf yemyeşil, baharın ilk
çiçekleri açmış, mırıl mırıl akan
bir çay… İnsan bu güzelliğin içinde nasıl bu kadar acımasız olabiliyor,
inanması zor. Kampı rehberli turla da gezebilirsiniz, yaklaşık 3 saat sürüyormuş. Siz kendiniz gezerseniz, en azından 2 saat
ayırın. (Size bir öneri; Kamptan çıktıktan sonra, biletinizin bölgesi de uygun,
atlayın Starnberger Gölüne gidin, ruhunuzu dinlendirin. Yazının ilgili
bölümünden bakılabilir)
KİLİSELER,
KATEDRALLER
Münih, Bavyera’nın başkenti olagelmiş bir şehir, bu nedenle kilise
açısından zengin. Bunların bir kısmı 2.Dünya Savaşında ciddi hasar görmüş, sonra restorasyona tabi tutulmuş. Münih’teki kiliseler, 10-18 saatleri arasında
açık ama siz gitmek istediğiniz
kilisenin web sayfasından yine de bir göz atın. Ben gezdiklerimi anlatayım, sonrası
size kalmış.
Frauenkirche
Marienplatz’da Neues Rathaus’un arkasına düşen bu Katedral, Münih’in olmazsa olmazı, kent siluetine renk katan ana kilise. Ama dışı, içinden daha görkemli. Burada 13 yüzyılda Meryem Ana Şapeli varken, Prens Sigismund tarafından bu Şapel büyük bir katedrale dönüştürülmüş ve bina 1488 yılında tamamlanmış. Burası Münih ve Freising başpiskoposluğunun merkezi. Bavyera’da bir çok kilisede göreceğiniz soğan biçimli kubbelerin en güzel örneklerinden biri Frauenkirche’de, bu bakır kubbeler 1525 yılında eklenmiş. İki kule yaklaşık aynı uzunlukta, 99 metre; Şehir merkezinde bu kulelerden yüksek bina yapılmasına izin verilmiyor. Kırmızı tuğladan gotik tarzdaki Katedral, 20000 kişilik kapasiteye sahipmiş; uzunluğu 100 metre, genişliği 40 metre. Katedral içindeki 1500’lerden kalma Meryem Ana tasviri ile Aziz Andreas altarına dikkat. Katedralin kuleleri, birkaç yıl önce gidişimde de tadilattaydı, bu yıl gittiğimde de; onun için tepesine çıkılamıyor. Katedral, 2.Dünya Savaşında hasar görmüş ama Şeytan’ın ayak izi olarak bilinen girişteki kara leke duruyor. Efsaneye göre, Katedral yapıldığında Şeytan burada durmuş ve minik pencereli bu koca binaya gülmüş de gülmüş.
Marienplatz’da Neues Rathaus’un arkasına düşen bu Katedral, Münih’in olmazsa olmazı, kent siluetine renk katan ana kilise. Ama dışı, içinden daha görkemli. Burada 13 yüzyılda Meryem Ana Şapeli varken, Prens Sigismund tarafından bu Şapel büyük bir katedrale dönüştürülmüş ve bina 1488 yılında tamamlanmış. Burası Münih ve Freising başpiskoposluğunun merkezi. Bavyera’da bir çok kilisede göreceğiniz soğan biçimli kubbelerin en güzel örneklerinden biri Frauenkirche’de, bu bakır kubbeler 1525 yılında eklenmiş. İki kule yaklaşık aynı uzunlukta, 99 metre; Şehir merkezinde bu kulelerden yüksek bina yapılmasına izin verilmiyor. Kırmızı tuğladan gotik tarzdaki Katedral, 20000 kişilik kapasiteye sahipmiş; uzunluğu 100 metre, genişliği 40 metre. Katedral içindeki 1500’lerden kalma Meryem Ana tasviri ile Aziz Andreas altarına dikkat. Katedralin kuleleri, birkaç yıl önce gidişimde de tadilattaydı, bu yıl gittiğimde de; onun için tepesine çıkılamıyor. Katedral, 2.Dünya Savaşında hasar görmüş ama Şeytan’ın ayak izi olarak bilinen girişteki kara leke duruyor. Efsaneye göre, Katedral yapıldığında Şeytan burada durmuş ve minik pencereli bu koca binaya gülmüş de gülmüş.
Peterskirche
Michaeliskirche
Sık sık önünden geçeceğiniz bu Kiliseye bir göz atın, barok süslemeleri göz alıcı, kapısındaki Başmelek Mikail’in canavar şeklindeki şeytanla savaşını tasvir eden heykel dikkat çekici. Binanın yapımı sırasında kulesi çökmüş, yani Başmelek Mikail şeytanla mücadelesine ara verip biraz kilisenin yapıma destek vereymiş, iyiymiş…
Kilisenin iç dekorasyonunda, Katolikliğin gerçek iman yolu olduğunu gösteren tasvirler varmış.
Theatinerkirche (Sankt Kajetan)
Bu kilise, Odeonplatz’da yer alıyor, metro durağından çıkar çıkmaz göreceksiniz; gerçi tadilattan
dolayı sarılıp sarmalamış durumda
ama yine de İtalyan barok tarzının
haşmeti dikkatinizi çekecektir.
1663-1690 yılları arasında Barelli ve Enrico Zuccali tarafından Roma’daki Sant’ Andrea della Valle esintisiyle yapılmış. Elektör Ferdinand ve eşi Henriette Adelaide tarafından Max Emanuel’in doğumu nedeniyle 1662 yılında yaptırılmasına karar verilmiş. Katolik kilisesi olan yapının ön cephesi yoğun rokoko süslemeleriyle dolu. Kilise’nin kuleleri, zamanın mimari anlayışı için oldukça sıra dışıymış ve yapımı çok tartışma yaratmış. Kilise’de Bavyera hanedanının bir çok üyesinin naaşı bulunuyor, Kral Maximilian II, bunların başında geliyor.
1663-1690 yılları arasında Barelli ve Enrico Zuccali tarafından Roma’daki Sant’ Andrea della Valle esintisiyle yapılmış. Elektör Ferdinand ve eşi Henriette Adelaide tarafından Max Emanuel’in doğumu nedeniyle 1662 yılında yaptırılmasına karar verilmiş. Katolik kilisesi olan yapının ön cephesi yoğun rokoko süslemeleriyle dolu. Kilise’nin kuleleri, zamanın mimari anlayışı için oldukça sıra dışıymış ve yapımı çok tartışma yaratmış. Kilise’de Bavyera hanedanının bir çok üyesinin naaşı bulunuyor, Kral Maximilian II, bunların başında geliyor.
Assamkirche
(St Johann Nepomuk)
Burası, diğerlerine
göre daha küçük hacimli bir kilise, ama içi ne şatafatlı, ne şaşaalı, oymalar, resimler, freskolar, heykeller,
insanı şaşkına çeviriyor.
1733-1746 yıllarında Asam kardeşlerin kendi özel kiliseleri olarak yaptırılmış, ancak baskıyla sonradan halka açılmış bir yer. Aslında Asam kardeşlerin kendilerine ev yapmak için satın aldıkları 2 bina ve çevresindeki arsaların birleştirilmesinden oluşan, her santimi ince işçilikle bezeli, gözünüzü alamayacağınız bir yer. Asam kardeşler, kendilerine göre yaptırmışlar burayı, hatta evlerinin penceresinden Kilise’nin altarını görecek şekilde düzenlemişler. Kilise, Güney Almanya’daki geç Barok tarzın en önemli temsilcisi kabul ediliyor. Kilise, Tuna’da boğulan Bohemyalı keşiş Nepomuk’a adanmış; tavanda da, Aziz Nepomuk’un hayatını anlatılıyor, kemik parçası da Kilise ‘de saklanıyor. 2.Dünya Savaşı sırasında ciddi hasar görmüş bir yer. Burası Sendlinger metro durağına yakın, Marienplatz ile Sendlinger Kapısı arasındaki yolun üstünde.
1733-1746 yıllarında Asam kardeşlerin kendi özel kiliseleri olarak yaptırılmış, ancak baskıyla sonradan halka açılmış bir yer. Aslında Asam kardeşlerin kendilerine ev yapmak için satın aldıkları 2 bina ve çevresindeki arsaların birleştirilmesinden oluşan, her santimi ince işçilikle bezeli, gözünüzü alamayacağınız bir yer. Asam kardeşler, kendilerine göre yaptırmışlar burayı, hatta evlerinin penceresinden Kilise’nin altarını görecek şekilde düzenlemişler. Kilise, Güney Almanya’daki geç Barok tarzın en önemli temsilcisi kabul ediliyor. Kilise, Tuna’da boğulan Bohemyalı keşiş Nepomuk’a adanmış; tavanda da, Aziz Nepomuk’un hayatını anlatılıyor, kemik parçası da Kilise ‘de saklanıyor. 2.Dünya Savaşı sırasında ciddi hasar görmüş bir yer. Burası Sendlinger metro durağına yakın, Marienplatz ile Sendlinger Kapısı arasındaki yolun üstünde.
Heiliggeistkirche
14 yüzyılda gotik tarzda yapılan bu Kilise, 1724-1730 yılları arasında yeniden tasarlanmış, içerisi Asam kardeşler tarafından yaptırılan rokoko freskolarla süslüyken dış cephe 1885 yılında yeni barok tarzında yapılmış.
2 Dünya Savaşı sırasında hasar gören Kilise, Marienplatz’da Viktualienmarkt’ın hemen
yanında… Tadilat geçiren Kilisenin içi görülmeye değer.
Bürgersaal
Kirche
Karlsplatz’da bulunan bu kilise, Johann Georg Ettenhofer tarafından 1710 yılında yapılmış olup Cizvit bağlantılı Meryem Ana cemaatine aittir.
Ignaz Günther’in rokoko heykeli Koruyucu Melek ve 2. Dünya Savaşı sırasını sağlam atlatan freskolar görülemeye değer. Kilise, 2. Dünya Savaşı sırasında kentin önde gelen Nazi karşıtlarının ve semt rahibinin naaşlarına ev sahipliği yapmakta.
Ludwig
Kirche
Odeonsplatz ile Universitat durakları arasında ana caddede olan ikiz kuleli bu Kilise, romanesk kiliselerden etkilenilerek 1829-1844 yılları arasında yapılmış.
Koro bölgesindeki Peter von Cornelius tarafından yapılan mahşer freskosu görülmeye değer. Bu, 19 metreye 11.50 metre boyuyla dünyanın en büyük freskolarından biri olarak kabul edilmekteymiş. İsa’nın Doğuşu ve Çarmıha Gerilişi’de Kilise’deki büyük ölçekli freskolardan… Ayrıca dört müjdeci ve İsa heykeli de dikkat değer eserlerden
Sankt Lukas Kirche
Isar’ın kıyısında, Marienplatz ile Steinsdorfstrasse arasında bulunan Kilise’nin dış cephesi romanesk formdayken iç yapısı erken Ren-Gotik tarzında. Kilisenin pencere vitrayları, zamanın en önemli ustası Charles Dixon tarafından yapılmış ancak ne yazık ki, 2.Dünya Savaşı sırasında hasar görmüş, 1946 yılında aynı görkemi yakalayarak Hermann Kaspar tarafından yenilenmiş.
Lehel’deki (U4 ile gidilebilir) St Anna Kilisesi 1887-1892 yıllarında rokoko tarzında yapılmış olup tasarımı Gabriel Seidl’e ait.
Nispeten yeni bir kilise; Şehrin büyümesi sonucu, 1908 yılında neo romanesk tarzda yapılmış. Theresienstrasse metro durağına civarındaki kilise, önünde Aziz Benno’nun heykeli, altarı ve vitrayları ile dikkat çekici. Ama biraz uzak; bu kadar kilise yetmedi bana diyorsanız, Maxvorstadt meydanına kadar gideceksiniz mecburen.
Dreifaltigkeitskirche
Frauenkirche’nin arkasına düşen Kutsal Teslis Kilisesi, İspanya ile girilen savaşta adak olarak 1711-1718 yıllarında yapılmış; Bavyera tipi barok tarzdaki Kilisenin
kubbesindeki Cosmas Damian Asam’ın Kutsal Teslis Freskosu özellikle dikkate değer. Burası 2.Dünya Savaşında hasar görmeyen ender yapılardan biriymiş.
*'internetten alınmıştır
*'internetten alınmıştır
Theresienwiese durağından ulaşabileceğiniz bu görkemli Roman Katolik kilise, 1892-1906
yıllarında Georg von Hauberrisser tarafından gotik tarzda yapılmış, halen tadilatta olduğu için dış
görüntüsü hakkında pek bir şey
diyemeceğim.
St
Boniface Manastırı
Maxvorstadt civarında olan bu Kilise, I.Ludwig
tarafından 1835 yılında kurulmuş bir
Benedikt manastırı. Bizans tarzında
yapılmış yer, 2.Dünya Savaşı sırasında çok hasar görmüş, restore edilmiş… İdari hizmetleri de
kapsayan yapının içi tamamen modern bir havada.
Sinagog
Marienplatz ve Sendlinger durakları arasında daha
çok Viktualienmarkt’a yakın, St Jakobs
meydanında bir sinagog ve Yahudi Müzesi var. Gittiğimde kapalıydı; Salı-Pazartesi 10-18 saatleri
arası açıkmış. Dachau Toplama Kampı
bir yanıyla Yahudi Müzesi de olduğu
için bir daha da gitmeye çok çabalamadım. İlgileniyorsanız….
MÜZELER
Münih, bir müzeler şehri… Bir geziyi sadece müzelere ayırsanız yeridir, özellikle resim
sanatı size hitap ediyorsa, burası sizin cennetiniz. Ben, Münih denince akla
gelen belli başlı müzeleri gördüm
ama liste bunlarla sınırlı değil. Benim
gittiğim müzelere gidecekseniz, en
azından iki gününüzü ayırmanız gerekecek, o da ‘acaba sanatçı burada ne demek
istemiş’ rahvanlığıyla değil,
ona göre…
Glyptothek
ve Ulusal Antik Eserler Koleksiyonu (Staatliche Antikensammlungen)
Burası Münih’in müze bölgesinin başlangıcı; Köningsplatz durağında indiğinizde
karşınıza çıkacak. Ancak
Hauptbahnhof’tan burası çok yakın, Luisenstrasse boyunca 10 dakikalık bir
yürüyüşle ulaşabilirsiniz.
Köningsplatz’da görmemezlik edemeyeceğiniz bu iki devasa müze, sizi antik
Yunan-Roma-Etrüks dünyasına götürecek. Birbirinin tamamlayıcısı olarak görülen
ve karşı karşıya bakan bu iki bina, sütunlu girişleriyle zaten antik Yunan havasını ilk görüşte yansıtmakta.
Aslında iki bina arasında yer alan Propylaen, dor tarzıyla bu havayı pekiştirmektedir. Ancak Propylaen, bir müze değil, şehrin yeni bölümüne ait bir giriş kapısı olarak görülebilir, o nedenle burası yazımızın diğer bölümlerinde anlatılacaktır.
Aslında iki bina arasında yer alan Propylaen, dor tarzıyla bu havayı pekiştirmektedir. Ancak Propylaen, bir müze değil, şehrin yeni bölümüne ait bir giriş kapısı olarak görülebilir, o nedenle burası yazımızın diğer bölümlerinde anlatılacaktır.
I Ludwig, antik dünyaya olan ilgisinin somut örneği bu müzeler. Özellikle Glytothek, I Ludwig’in
antik Yunan ve Roma heykel koleksiyonu için, Leo von Klenze tarafından iyon
tarzında tasarlanıp 1816-1830 yılları arasında yapılmış. Buraya Isar kıyısındaki Atina denmesi de bu
nedenle… Binanın dış cephesi Yunan
tapınaklarını andırıyor, içerisi ise antik Roma tarzında yapılmış. Binanın içi renkli mermerlerle döşenmiş.
Burası antik dönem heykellerine ayrılmış
ilk müzeymiş. Sergide, arkaik
dönemden,
Yunan klasik döneme, Helenistik dönemden Roma dönemine kadar bir çok antik eser yer almakta. Heykeller açısından bu dönemlerin arasındaki fark ise, insan vücudunun biçimlendirilmesinde görülüyormuş. Müzede, antik dönemin tapınak ya da önemli binalarından alınan eserler yanında, dönemin şairlerinin, politikacılarının, filozoflarının büstleri de bulunmakta. Mnesareta lahit steli, Aphia Tağınağından alınan heykeller, yorgun atlet heykeli, Müzenin öne çıkan eserleri.
Yunan klasik döneme, Helenistik dönemden Roma dönemine kadar bir çok antik eser yer almakta. Heykeller açısından bu dönemlerin arasındaki fark ise, insan vücudunun biçimlendirilmesinde görülüyormuş. Müzede, antik dönemin tapınak ya da önemli binalarından alınan eserler yanında, dönemin şairlerinin, politikacılarının, filozoflarının büstleri de bulunmakta. Mnesareta lahit steli, Aphia Tağınağından alınan heykeller, yorgun atlet heykeli, Müzenin öne çıkan eserleri.
Glyptothkek’in tam karşısında ise neoklasik tarzda yapılan korint esintili sütunlarıyla antik Yunan havası estiren Ulusal Antika Eserler Koleksiyonu Binası yer almakta. Burada Yunan-Roma-Etrüks eserleri bulunmakta, özellikle vazo koleksiyonu çarpıcı. Bina I Ludwig tarafından Georg Friedrich Ziebland’a 1848 yılında yaptırılmış. Wittelsbach Hanedanının antika eserlerini ev sahipliği yapan Müze’de, en çok Ludwig I’e ait koleksiyonlar yer almakta
İki müzeye giriş ücreti 6 Euro, Pazar günleri ise her bir müzeye giriş 1 Euro. Her iki müze genel olarak10-17 saatleri arasında açık
ancak , Antik Eserler Koleksiyonu çarşambaları, Glyptothek perşembeleri saat
20’ye kadar açık.
Buradaki örnekler belki türünün en iyi örnekleri
ancak zamanınız kısıtlıysa iki müzeyi 1 saatte gezebilirsiniz, ne de olsa
‘bunlardan bizde çok var.’
Alte
Pinakothek – Neue Pinakothek – Pinakothek der Moderne
Burası da birbirini tamamlayan bir müze
grubu. Özellikle resim sanatı ile ilgili
olanlar için rahatlıkla bir günü geçirebileceğiniz, size resimlerden, tablolardan oluşan yalıtılmış bir dünya sunacak bir yer. Tabii, o tablolar zaman zaman hayatın
acılığını gözünüzün içine sokacak, o ayrı…
Burası, Glyptothkek’ye geldiğiniz Luisen Strasse üstünde, bir on dakika
yürümeyle ulaşabileceğiniz bir yer. Alte ve Neue Pinakothek’ler
birbirine bakıyor ( Aslında neredeyse Staatliche Antikensammlungen, Glyptothkek, Alte ve Neue Pinakothek
binaları birbirine paralel... Sadece Pinakothek der Moderne, Alte Pinakothek’in
aşağısında kalıyor. Yani Alte – Neue – Moderne pinakothek binaları da
kendi aralarında bir üçgen oluşturuyor. Neue Pinakothek Theresien Strasse’ye, Moderne
Pinakothek Gabelsberger Stasse’ye bakarken, Alte Pinakothek Theresien Strasse
ile Gabelsberger Strasse arasında). Bir not daha; Alte Pinakothek’in bir bölümü
ne zaman biteceği belirsiz bir süre
için ziyarete kapalı ama ziyarete açık yerler gayet yoğun, hiç eksikliğini anlamayacaksınız…
Bu üç müze genelde 10-18 saatleri arasında
ziyarete açık. Ancak Alte Pinakothek, pazartesileri kapalı, salı günleri kapanış saati 20… Neue Pinakothek salıları kapalı, çarşambaları kapanış saati 20… Moderne Pinakothek pazartesileri kapalı, perşembeleri kapanış saati 20…
Müze giriş
ücretleri Alte Pinakothek’e 4 Euro, Neue Pinakothek’e 7 Euro, Moderne
Pinakothek’e 10 Euro. Pazarları giriş
ücretleri 1 euro. Bu üç Müzeyi bir gün içinde olmak kaydıyla 12 Euroya
gezebilirsiniz. Yok bana üç müze yetmez, en az beş olsun derseniz; bu üç müzeye ilaveten Schack ve Brandhorst müzelerini de 29 Euroya
görebilirsiniz.
Alte Pinakothek, 1826-1936 yılları arasında neo
klasik tarzda inşa edilmiş, dünyanın en önemli resim koleksiyonlarından
biri olarak görülüyor. 16 yüzyılda IV.Wilhelm’in Sarayı tarihi resimlerle
donatma fikri koleksiyonun çıkış
noktası olmuş; ardılları olan
krallar da sanat düşkünü olunca
ortaya 14-18 yüzyılları kapsayan müthiş
bir koleksiyon çıkmış. Bina ise
Bavyera hanedanlığının resim
kolleksiyonunu muhafaza etmek için I.Ludwig tarafından planlanmış. Müzede 14-17 yüzyıllarının Alman ressamları (Albrecht Dürer, Stefan
Lochner, Matthias Grünewald, Johann Liss gibi), 15-18 yüzyıllarının Hollanda ve
Felemenk ressamları (Rogier van der Weyden, Dieric Bouts, Hans Memling,
Hieronymus Bosch, Rembrandt van Rijn, Pieter Lastman, Gerard Terborch, Pieter
Brueghel, Peter Paul Rubens, van Dyck gibi), 13-18
yüzyıllarının İtalyan ressamlar
(Leonardo da Vinci, Raphael, Sandro Botticelli, Titian, Tiepolo gibi), 16-18 yüzyılları arasının Fransız ressamları
(Nicolas Poussin, François Boucher gibi), 16-18 yüzyılları arasının İspanyol ressamları (El Greco, Velazquez, Murillo
gibi) size görsel bir ziyafet çekecek. Müzenin Rubens koleksiyonu dünyaca meşhur. Resim sanatının şahikalarının ardarda sıralanması, konuyla hiç
ilgisi olmayan bir insanı bile büyülüyor. Ama siz Boucher’in Madame de Pompadour
ve Murillo’nun Üzüm Yiyen Dilenci Çocukları’na dikkatli bakın, gezimiz boyunca
ya tablo olarak, ya tablonun kahramanı olarak bize başka yerlerde eşlik edecek.
Neue Pİnakothek’in
ilk kurucusu I.Ludwig; ancak bina 2.Dünya Savaşında yıkılınca yerine yapılan 1981
tarihinde yeniden açılmış. Müzede
Alman ressamları yanında Fransız realistler, empresyonistler, post
empresyonistler, sembolistler, noktacılık, sezession gibi akımlardan örnek
tablolar yer almakta. 18-19 yüzyıl ressamlarının ağırlık kazandığı Müzede, Manet, Monet, Cezanne, Renoir, Gauguin, Degas, Pissara
gibi empresyonismin ağır toplarının
resimleri özellikle ilgi çekici, tabii Van Gogh’un Ayçiçekleri hemen
dikkatinizi çekecek. Bunun yanında Toulouse Lautrec, Gustav Klimt, Edvard
Munch, Paul Signac gibi sembolizm ve art nouveau akımın öncüleri, Picasso,
Rodin gibi bir çok sanatçının heykelleri, Goya gibi ustaların resimlerini
görebilirsiniz. Resim sanatıyla ilgiliyseniz ve hazır Almanya’dayken, çeşitli sanat akımlarının takipçisi olmuş Alman ressamlarının eserlerini, özellikle
Biedermeier Akımı, Roma’daki Almanlar, Wilhelm
Liebl ekolü gibi özellik taşıyan
bölümleri görebilirsiniz.
Moderne Pinakothek ise Alte ve Neue Pinakothek’i
tamamlamak ve sanat tarihi sürecini günümüze getirmek için kurulmuş, içinde dört ayrı müzeyi barındırmakta; Yeni
Müze, Tasarım Müzesi, Mimarlık Müzesi ve Grafik Müzesi… Müzede Picasso, Braque, Matisse, Beckman resimleri
yanında tasarım, grafik, takı, mimarlık alanlarında da eserler bulunmakta. Pop
art, minimalizm gibi akımların da yer bulduğu, muhtelif sanat projelerinin, resimlerin, videoların olduğu Müze’de, Andy Warhol, Henry Moore, Franz Kline
gibi sanatçıların eserlerini görebilirsiniz. Müze bir bütün olarak beni zorlayan
cinsten. Çağdaş sanata pek vakıf olamadığımı burada bir kez daha anladım; Müzeyi gezerken
birden tiz bir düdük sesi duyunca bunun bir enstalasyondan gelen ses olduğunu düşünüp
pek aldırmadım, meğer yangın
alarmıymış, neyse ki yanlışlıkla çalmış,
yoksa cehaletimin bedelini cayır cayır yanarak ödeyecektim.
Bayerisches
National Museum
1885 yılınsa Kral Maximilian II tarafından
kurulan Müze, antik dönemlerden 20 yüzyıla uzanan bir süreçte Avrupa sanatının
muhtelif dönemlerinden eserler barındırmakta.
1894-1900 yılları arasında Prinzregentenstrasse üstünde yapılan yeni binaya taşınan Müzeye, 17, 18 hatlarıyla ulaşabilirsiniz. Müze pazartesileri kapalı, diğer günler saat 10’da açılıyor ve 17’de kapanıyor, Perşembe günü kapanış saati 20. Giriş ise 7 euro. Müzede antik eserlerden, orta çağın dinsel tasvirlerine, rönesanstan, baroğa, porselen, fil dişi, cam, altın ve gümüş, metal, ahşap gibi çeşitli malzemelerden yapılan giysiden, savaş eşyalarına, biblolardan müzik aletlerine, mobilyadan mücevherata, saatlerden teknik aletlere kadar çeşitli objeler yer almakta. İsmi Bavyera olsa da, sınırı tüm Avrupa’ya uzanan bir kapsamda…
1894-1900 yılları arasında Prinzregentenstrasse üstünde yapılan yeni binaya taşınan Müzeye, 17, 18 hatlarıyla ulaşabilirsiniz. Müze pazartesileri kapalı, diğer günler saat 10’da açılıyor ve 17’de kapanıyor, Perşembe günü kapanış saati 20. Giriş ise 7 euro. Müzede antik eserlerden, orta çağın dinsel tasvirlerine, rönesanstan, baroğa, porselen, fil dişi, cam, altın ve gümüş, metal, ahşap gibi çeşitli malzemelerden yapılan giysiden, savaş eşyalarına, biblolardan müzik aletlerine, mobilyadan mücevherata, saatlerden teknik aletlere kadar çeşitli objeler yer almakta. İsmi Bavyera olsa da, sınırı tüm Avrupa’ya uzanan bir kapsamda…
Müzenin ana binası 3 katlı; yanlarındaki ek
binalarla oldukça haşmetli bir yapı.
Ortaçağ bölümünde Güney Almanya’nın
çeşitli kilise ve manastırlarından
toplanan dönemi temsil eden heykel, ahşap
oyma, resim gibi eserler görülebilir; bunlar
fil dişi, ahşap, mermer işçiliğinin göz doldurduğu eserler. Gotik bölümde Augsburg Dokumacılar
Loncasını konu edinen resim ile ahşap
işçiliğin öne çıktığı dolaplar dikkate değer.
Rönesans bölümünde goblenler, heykeller, mücevherler yanında ressam,
matematikçi, matbaacı Albrecht Dürer’e
ayrılan kısmı kaçırmayın. Barok ve
rokoko bölümlerinde de, bu akımın Almanya’daki etkisini izleyebileceğiniz türlü objeler var, boyalar, camlar,
porselenler, altınlar, ve gümüşler, hepsi ilginizi çekmek için yarışacaklar.
Bu arada, Alman rokoko akımından Ignaz Gürnther ve Johann Baptist Straub’un heykellerine zaman ayırın. 19 yüzyıl bölümünde, Wittelsbach Hanedanının Fransa ile yakınlaşmasının etkilerini taşıyan Fransız tarzı neo klasik eserler yer almakta. Ve art nouveau döneminin ışıltılı, ince işlemeli, bol doğa esintili porselen, değerli taş, cam eserler, özellikle Tiffany parçalar hem tanıdık gelecek hem büyüleyici…
Bu arada, Alman rokoko akımından Ignaz Gürnther ve Johann Baptist Straub’un heykellerine zaman ayırın. 19 yüzyıl bölümünde, Wittelsbach Hanedanının Fransa ile yakınlaşmasının etkilerini taşıyan Fransız tarzı neo klasik eserler yer almakta. Ve art nouveau döneminin ışıltılı, ince işlemeli, bol doğa esintili porselen, değerli taş, cam eserler, özellikle Tiffany parçalar hem tanıdık gelecek hem büyüleyici…
Etnografik ve folklorik objelerin de bulunduğu Müze’nin belki de en ayrıcalıklı bölümü doğuş
sahnesi diye çevrilebilecek ‘nativity scenes’ düzenlemelerinin olduğu yer.
Genellikle noel dönemlerinde, çeşitli malzemeler kullanılarak İsa’nın doğumunun –veya diğer dinsel konuların- minik objelerle sergilenmesi olarak açıklanabilecek ‘nativity scenes’ Müzede ‘Krippen’ (Beşik) olarak adlandırılan kısımda. Zamanla din dışı konuları da ele alan bu sanatın en özgün örnekleri görülebilir.
Genellikle noel dönemlerinde, çeşitli malzemeler kullanılarak İsa’nın doğumunun –veya diğer dinsel konuların- minik objelerle sergilenmesi olarak açıklanabilecek ‘nativity scenes’ Müzede ‘Krippen’ (Beşik) olarak adlandırılan kısımda. Zamanla din dışı konuları da ele alan bu sanatın en özgün örnekleri görülebilir.
Bavyera ve
İtalyan sanatçılar tarafından 1700-1900
dönemlerinde yapılan eserleri barındıran bu bölüm, eminim sizde hayranlık uyandıracak; ince ince işlenmiş
onlarca biblo (İsa, Meryem,
havarilerden tutun tezgahtaki sebzelere, göklerdeki melekten duvardaki eleğe kadar) çok küçük bir alanda bizlere boyutlarından fersah fersah
fazla bir güzellik sunmakta. Bu bölümün bir de sürprizi var; minik objelerle üç
boyutlu olarak düzenlenen bir Pieter Brueghel tablosu…
Belki Münih’te adı en çok duyulan müze burası değil ama bence mutlaka görülmesi gereken bir yer;
Münih’in ünlü üçlü müzelerinden (alte-neue-moderne) hiç de geri kalmayan bir
yer. Burada geçireceğiniz süreyi en
az 2 saat olarak düşünün, gezi
sonrası Müze bahçesindeki kahve molası buna dahil değil.
Schack
Galerie
Adolf Friedrich von Schank’ın koleksiyonuna ev
sahipliği yapan Prinzregentenstrasse’deki
bu Müze’ye 17,18 hatlı tamvaylarla gidebilirsiniz. Giriş 4 Euro. Böcklin, Lenbach, Feuerbach gibi daha
çok 19 yüzyıl Alman ressamların
resimleri bulunmakta. Carl Spitzweg’in 1855 yılına ait ‘Kahvehanedeki Türkler’
tablosu ilginizi çekebilir.
Alman ressamlara ait İtalya manzaraları özellikle dikkat çekici. Sadece ilgilisine öneririm, diğer müzeler arasında insanın aklında çok kalmayan bir yer.
Alman ressamlara ait İtalya manzaraları özellikle dikkat çekici. Sadece ilgilisine öneririm, diğer müzeler arasında insanın aklında çok kalmayan bir yer.
Stadtmuseum
Müze Viktualienmarkt’ın hemen yanında, Sankt Jakobs
Meydanında yer alan beyaz gotik binada bulunuyor.
Müze’ye giriş 4 Euro; pazartesi hariç 10-18 saatleri arasında ziyarete açık. 1880 yılında kurulan ve o dönem daha çok arşiv niteliği olan Şehir Müzesindeki en önemli eserlerden biri Erasmus Grasser’in 1480 yılında yaptığı Mağribi Dansçılar heykeli. Ayrıca silah koleksiyonu, dünyanın sayılılarından olan oyuncak bebek koleksiyonu, çeşitli sanat akımlarının izlerini taşıyan mobilyalar, bira yapımı malzemeleri, müzik aletleri Müze’de görebileceğiniz eserlerden. Ayrıca baskı, film, fotoğraf koleksiyonları da mevcut. Ortaçağdan günümüze Münihlilerin günlük yaşantısına yönelik objelerin sergilendiği Müze’de Typisch München sergisi dikkate değer. Bence Müzenin en dikkat çekici yanı binanı kendisi. Cephanelik olarak 1491 -1493 yıllarında yapılan binaya yıllar içinde eklemeler yapılmış ama gotik havası hep aynı kalmış. Burası Sinagog ve Yahudi Müzesi’nin de tam karşısı. Münih’te o kadar çok ve harika müze var ki, ne desem bilmem, benim gibi takıntılı biri değilseniz burayı atlayın gitsin…
Müze’ye giriş 4 Euro; pazartesi hariç 10-18 saatleri arasında ziyarete açık. 1880 yılında kurulan ve o dönem daha çok arşiv niteliği olan Şehir Müzesindeki en önemli eserlerden biri Erasmus Grasser’in 1480 yılında yaptığı Mağribi Dansçılar heykeli. Ayrıca silah koleksiyonu, dünyanın sayılılarından olan oyuncak bebek koleksiyonu, çeşitli sanat akımlarının izlerini taşıyan mobilyalar, bira yapımı malzemeleri, müzik aletleri Müze’de görebileceğiniz eserlerden. Ayrıca baskı, film, fotoğraf koleksiyonları da mevcut. Ortaçağdan günümüze Münihlilerin günlük yaşantısına yönelik objelerin sergilendiği Müze’de Typisch München sergisi dikkate değer. Bence Müzenin en dikkat çekici yanı binanı kendisi. Cephanelik olarak 1491 -1493 yıllarında yapılan binaya yıllar içinde eklemeler yapılmış ama gotik havası hep aynı kalmış. Burası Sinagog ve Yahudi Müzesi’nin de tam karşısı. Münih’te o kadar çok ve harika müze var ki, ne desem bilmem, benim gibi takıntılı biri değilseniz burayı atlayın gitsin…
Branhorst
Museum
Udo ve Anette Brandhost’un koleksiyonuna ev
sahipliği yapan ve 2009 yılında
açılan Müze, Pinakothek der Moderne’nin karşısında, rengarenk dış
cephesiyle dikkatinizi çekecektir.
Müze, Salı-Pazar 10-18 arası açık, ancak perşembeleri kapanışı saat 20’de. Giriş 7 euro, ancak benim üçlü müze (Alte-Neue-Moderne) biletim burada geçerli oldu ve para vermeden girdim. Çağdaş sanata ayrılan Müze, Andy Warhol, Jean Michel Basquiat, Joseph Beuys, Cy Twombly gibi sanatçıların eserlerinine ev sahipliği yapmakta. Benim en çok dikkatimi çeken eser, Jeff Wall’ın 1946 yılındaki ‘Arıcaköyü’nden bir köylünün Mahmutbey-İstanbul’a varışı’ isimli fotoğrafı…
Zamanınıza göre gidip gitmemeye karar verin. (Müze 2-15 Mayıs 2017 tarihleri arası kapalı)
Müze, Salı-Pazar 10-18 arası açık, ancak perşembeleri kapanışı saat 20’de. Giriş 7 euro, ancak benim üçlü müze (Alte-Neue-Moderne) biletim burada geçerli oldu ve para vermeden girdim. Çağdaş sanata ayrılan Müze, Andy Warhol, Jean Michel Basquiat, Joseph Beuys, Cy Twombly gibi sanatçıların eserlerinine ev sahipliği yapmakta. Benim en çok dikkatimi çeken eser, Jeff Wall’ın 1946 yılındaki ‘Arıcaköyü’nden bir köylünün Mahmutbey-İstanbul’a varışı’ isimli fotoğrafı…
Zamanınıza göre gidip gitmemeye karar verin. (Müze 2-15 Mayıs 2017 tarihleri arası kapalı)
Lenbachhaus
Burası Hauptbahnhof’tan müze bölgesine gelmek
üzere yürüdüğümüz Luisen Stasse
üstünde, Propylaen’nin tam karşısında
bir müze…
Metro kullanacaksanız Königplatz’da ineceksiniz. Her gün 10-18 saatleri arasında açık olan Müze’ye giriş 10 euro. Türlü renkli camlardan oluşup tavandan aşağıya sarkan bir anaforu andıran giriş çok etkileyici. Ressam Franz von Lenbach için 1887-1891 yılları arasında yapılan İtalyan tarzı bu villada, 1929 yılından beri Kent Sanat Galerisi bulunmakta. Müzenin önemi ise, ‘Der Blaue Reiter-Mavi Süvari’ grubuna ait en büyük koleksiyona sahip olması. Bu akımın en önemli temsilcisi olan Vassily Kandisky’nin resimlerinin yer aldığı Müze’de Jan Polak’ın Bir Adamın Portresi’de görülebilir. Metro istasyonunun altındaki ek binada da, Müze kapsamında geçici sergiler bulunmakta.
Metro kullanacaksanız Königplatz’da ineceksiniz. Her gün 10-18 saatleri arasında açık olan Müze’ye giriş 10 euro. Türlü renkli camlardan oluşup tavandan aşağıya sarkan bir anaforu andıran giriş çok etkileyici. Ressam Franz von Lenbach için 1887-1891 yılları arasında yapılan İtalyan tarzı bu villada, 1929 yılından beri Kent Sanat Galerisi bulunmakta. Müzenin önemi ise, ‘Der Blaue Reiter-Mavi Süvari’ grubuna ait en büyük koleksiyona sahip olması. Bu akımın en önemli temsilcisi olan Vassily Kandisky’nin resimlerinin yer aldığı Müze’de Jan Polak’ın Bir Adamın Portresi’de görülebilir. Metro istasyonunun altındaki ek binada da, Müze kapsamında geçici sergiler bulunmakta.
Mavi Süvari ise, Franz Marc ve Vassily Kandisky
tarafından 1911 yılında oluşturulan
ve isim olarak Kandisky’nin 1903 yılında yaptığı resmin ismini (Der Blaue Reiter) alan bir akımmış ve temel olarak Alman dışavurumculuğunun bir kolu olarak görülüyormuş. Müzeyi
gezme süresi, tamamen konuya olan ilginize bağlı. Şu kadarını not
olarak düşeyim; Müzenin en büyük
süksesi olan Kandisky’nin başka
resimleri diğer müzelerde görülebilir.
Bunlar tamam; peki Müze içinde sergilenen o soba
ile kullanılmış süpürgelerin anlamı
neydi, bilemedim. Beni onların önüne koyun, sanatçı bu çalışmasıyla bize ne anlatmak istemiş diye de sorun ve ertesi gün gelin; ben hala o
sobanın önünde bicevap oturur olurum. Daha gezilecek çok yer, kafa yoracak çok
çağdaş sanat eseri var; fazla oyalanmayın derim…
Deutsches
Museum
Isar Nehrindeki bir adacığa kurulu olan bu bilim ve teknoloji müzesini
kaçırmayın. Burası dünyanın en büyük bilim ve teknoloji müzesi, Münih’teki en
büyük müze. Alman Mühendisler Odası tarafından 1903 yılında kurulan müze, insanı
bilim ve teknoloji tarihinde bir geziye çıkardığı gibi, gündelik hayatımızdaki bir sürü elektronik aletin sırlarına
vakıf olmamızı da sağlıyor.
Müze Galileo’nun bilim çalışmalarını sürdürdüğü atölyeden uzayın derinliklerine kadar geniş bir yelpazede, 50 farklı bilim ve teknoloji dalında 28.000 farklı obje barındırıyor. Müzenin biri Münih’in 18 km dışında biri Bonn’da olmak üzere iki şubesi var. Müzeye giriş 11 euro ve Cuma hariç 9-17 saatleri arasında ziyarete açık. Müze’ye U1, U2,U7 hatlarının geçtiği Fraunhofetstss Durağından ulaşabilirsiniz. Deneysel sergilemelerin de olduğu müzede, cam yapımından, elektrik deneylerine kadar bir çok uygulamalı bölüm görebilirsiniz. Dünyanın oluşumunu gözümüzün içine soka soka anlatan bölüm tavsiye edilir; görmek isteyen gözlere… Burası zaman isteyen bir Müze, çoluk çocuk seyahat ediyorsanız mutlaka buraya ayıracağını zamanı artırın. Şehir merkezinde, Viktualienmarkt civarında, Peter Kirche’nin tam karşısında Deutsches Museum’un hediyelik eşya satan bir şubesi daha var.
Müze Galileo’nun bilim çalışmalarını sürdürdüğü atölyeden uzayın derinliklerine kadar geniş bir yelpazede, 50 farklı bilim ve teknoloji dalında 28.000 farklı obje barındırıyor. Müzenin biri Münih’in 18 km dışında biri Bonn’da olmak üzere iki şubesi var. Müzeye giriş 11 euro ve Cuma hariç 9-17 saatleri arasında ziyarete açık. Müze’ye U1, U2,U7 hatlarının geçtiği Fraunhofetstss Durağından ulaşabilirsiniz. Deneysel sergilemelerin de olduğu müzede, cam yapımından, elektrik deneylerine kadar bir çok uygulamalı bölüm görebilirsiniz. Dünyanın oluşumunu gözümüzün içine soka soka anlatan bölüm tavsiye edilir; görmek isteyen gözlere… Burası zaman isteyen bir Müze, çoluk çocuk seyahat ediyorsanız mutlaka buraya ayıracağını zamanı artırın. Şehir merkezinde, Viktualienmarkt civarında, Peter Kirche’nin tam karşısında Deutsches Museum’un hediyelik eşya satan bir şubesi daha var.
BMW
World
Pazartesi-Cumartesi 7.30 ‘da, pazarları 9’da
açılan yer, gece yarısına kadar ziyaretçi kabul ediyor ve giriş 10 Euro… BMW’lerin çekiciliğine karşı
koyamayanların kayıtsız kalamayacağı
bir yer; dönemler itibariyle BMW’ler karşınızda…
Görsel çekicilik çok güzel, bir kez gitmeye değer. Münih’te başka sanayi
markalarının da yerleri var (Siemens gibi) ama bana BMW yetti, diğerlerine gitmedim.
Gidilebilirdim
ama gitmedim
Burada iki müzeden bahsedeceğim, ben gitmedim ama modern resme doyamadım
diyenler için Haus der Kunst, bir başka
çağdaş sanat durağı olabilir.
Yine 17,18 hatlı tramvaylarla gidilebilir, bu da Prinzregentenstss’de. Modern
sanat sergilerine ev sahipliği yapan
neo klasik tarzdaki bina 1933-1937 yıllarında yapılmış.
Bir de Völkerkunde Museum (Etnografya Müzesi)
var. Maximilianstrasse’de 1858-1865 yılları arasında yapılmış muhteşem
binanın ön cephesi, Bavyeralıların güzel özelliklerini simgeleyen (vatansever,
çalışkan, yüce gönüllü, sadık, adil,
cesur, bile ve dindar- biz ‘Türk öğün
güven çalış’ deyince olay olur ama…)
8 adet heykelle süslü. 1925’ten beri etnoğrafya
müzesi, halen dünyanın beş
kıtasından örnekleri ağırlayan bir
müze. Zaten ismi de artık ‘Fünf Kontinente Museum’; tüm dünya kültürlerinin
izlerini görebileceğiniz bir yer.
Ama benim gezim o kadar globalleşmeye uygun değil, onun için girişte
buda heykelini görünce girmekten vazgeçtim; Münih’e gelip Uzak Doğunun mistisizmini, Afrika’nın kabile maskelerini
görmek aklıma yatmadı. Gitmek isterseniz giriş 5 euro ve 9-17 saatleri arasında açık. Hazır oraya gitmişken, tam karşısındaki görkemli binaya da dikkat…
Bu arada aynı
nedenle Münih’teki Mısır Müzesi’ne de gitmedim (Evet, Mısır’ın zenginlikleri
her yerde; Berlin’de çok büyük bir Mısır Müzesi var, buradaki de oldukça
büyük). Ayrıca değerli taş, fotoğrafçılık
gibi müzeler de var ama onlar üstünde durmadım bile.
Ayrıca Marienplatz’da Michaelskirche’nin hemen yanındaki gösterişli rokoko binada Avcılık Müzesi yer almakta; burası eskiden Augustinusçu bir tarikata ait kiliseymiş. Asıl bina 1300’lü yıllardan kalsa da 15 yüzyılda tekrar yapılmış, 1620’de rokoko tarzında yenilenmiş. Dışardan binasını görmek yeterli oldu bana ama avcılıkla ilgilenenler düşünebilir.
PARKLAR,
BAHÇELER, ÖTELER
Münih’te ne kadar müze, kilise, heykel, anıt
varsa gezdik dolaştık; şimdi parklara açılma, doğayla bütünleşme zamanı. Münih bu açıdan da çok zengin. Şehir dışına
çıkmanıza gerek yok, şehir içinde
bir sürü park, bahçe var. Ben gezilerim sırasında hayvanat bahçesi, deniz
dünyası gibi yerleri es geçerim. Bu sefer de öyle oldu. Ama isterseniz var.
Bu sefer gittiğim ama gezmediğim bir yer
de Olimpiapark. Bizim kuşağın hafızasına kazılı 1972 yılındaki Münih
Olimpiyat Oyunları için hazırlanan bu spor kompleksinin en göz alıcı yeri 290
metre yüksekliğindeki televizyon
kulesi Olympiatrum. Ama gittiğim gün
hava yağışlı ve puslu olduğu için kuleye çıkmadım. Parkı ise daha önce görmüştüm, yağmur
çamurda tekrar dolaşmadım.
Olypiazentrum durağından ulaşabilirsiniz; yeşillikler içine serpiştirilmiş muhtelif spor alanlarını gezebilirsiniz. Ama
Münih’in çok daha cazip parkları var.
Bunların başında
da Englischer Garten geliyor. 5 km2’lik bir alana yayılan ve 1789 yılında Karl
Theodor tarafından tasarlanan Park, bugün İngiliz Bahçesi olarak ün salmış.
Park içindeki 1837 yılı yapımı neo klasik tapınak Menopteros ile 1790 yılında
pagoda tarzında yapılan 5 katlı 25 metre yüksekliğindeki Çin Kulesi, Parkın göz alıcı yapılarından. Ama
spor yapmak, dinlenmek, şehrin
içinde olup şehrin kargaşasından uzaklaşmak istiyorsanız burası her mevsimde ayrı tatlar verecek bir
yer. Münih’teki zamanınız nedir, bilemem
ama aklınızda bir parkta zaman geçirmek varsa o, Englischer Garten olmalı.
Hatta bizim büyük şehir belediye başkanlarını zorla getirmek lazım, şehrin en rant yapacak yerinin nasıl da şehir halkına ayrılabileceğinin ispatı olarak.
Şehir içinde Residenz ile Englischer Garten
arasındaki Hofgarten ise daha şehir
merkezine yakın, Odeonsplatz’da… 1613-1617 yılları arasında Maximilian I
tarafından Rönesans stilinde yaptırılmış.
Parkın batıdaki girişinden kuzeye
uzanan duvarlarda Bavyera tarihini anlatan resimlerle süslü.
Parkın ortasında bir çeşme ve Diana Tapınağı bulunmakta. Parkın doğusunda
ise önceden askeri müze olarak kullanılan bina görülebilir, burası şimdi ise Eyalet Başkanlığı binası.
Buranın hemen yanında I.Dünya Savaşında ölenler için yapılan bir anıt var.
Hofgarten’ın hemen yanında ise, Bavyeralı şairlere adanmış Dichtergarten
(Şairler Parkı) bulunmakta.
Bir başka
park ise Botanischer Garten. Adalet sarayının hemen yanında olan bu güzel park,
nefis bir havuzla süslenmiş. Ayrıca
bir Botanischer Garten’da Nymphenburg Sarayında var. Zaten Nymphenburg
Sarayının parkı, göletleri, ağaçları,
çiçekleri, aralardaki heykelleri ile zaten başlı başına görsel bir şölen.
Aslında parktan ziyade yürüyüş yolu olarak düzenlenmiş Isar Nehri kıyısı da dinlenmek için ideal bir
yer. Friedenengel Heykeli ya da Maximilianeum’un görüntüleri eşliğinde
Nehir kıyısında yapacağınız bir
yürüyüş keyfinizi artıracaktır.
Volksbad…
Tamamen şans eseri rastladığım bu havuz, 1991 yılında açılmış ve art nouveau tarzıyla Avrupa’nın en güzel
havuzlarından sayılıyor. Siz en iyisi bavula bir de mayo koyun…
Ama şehirden
biraz uzaklaşayım, doğaya döneyim derseniz, masmavi sularıyla
Starnberger See ya da Ammer See sizi bekliyor. Ammer See, S8 hattının sonunda.
Starnberger See ise S6 hattında, son dört durak (Starnberg, Possenhofen,
Feldafing ve Tutzing) ile ulaşabilirsiniz. Ben Starnberger durağında indim, zaten durak hemen gölün yanında.
Belli ki yazın burası tam havasını buluyor, beachler, tekneler yazı beklemekte…
Ama Mart ayında da Göl harikaydı. Karşıda
Alplerin silüeti, kıyıda birkaç yerleşim
yeri, etrafta bir iki kafe… Kur masayı suyun içine, döşe çilingir sofrayı; buranın tadı böyle daha çok
çıkar. Ama ben göle karşı bira ile
yetindim.
Bira demişken
Münih’te Marienplatz’a yakın bir bira evi var ki mutlaka görmelisiniz.
Hofbrauhaus, 1589 yılında V.Wilhelm tarafından Alter Hof içinde kurulmuş, 1654 yılında Platzl’a taşınmış.
Buranın halka bira satabilmesi ise ancak 1830 yılında gerçekleşmiş.
Bina bugünkü neorönesans tarzına 1896 yılında kavuşmuş. Yazın avlusunda keyifle biranızı yudumlayabilirsiniz ama iç kısımda gayet eğlenceli. Bavyera geleneksel giysileriyle garsonlar biranızı getirirken bir yandan da canlı Bavyera havalarıyla coşabilirsiniz.
Bina bugünkü neorönesans tarzına 1896 yılında kavuşmuş. Yazın avlusunda keyifle biranızı yudumlayabilirsiniz ama iç kısımda gayet eğlenceli. Bavyera geleneksel giysileriyle garsonlar biranızı getirirken bir yandan da canlı Bavyera havalarıyla coşabilirsiniz.
Viktualienmarkt’da aynı şekilde
bira içip yemek yiyebileceğiniz bir
yer. Ama burası aslen 200 yıldır Şehrin
ana pazar meydanı. Sebze meyveden
peynire, çiçekten et mamullerine birçok ürünü taze olarak bulabilirsiniz.
Meydanda minik çeşmelerin yanında
komedyen Karl Valentin’in de heykeli bulunmakta. Buranın hemen yanında ise hal
binasından dönüştürülmüş türlü mutfakların sergilendiği Schrannenhalle var.
NİHAYET…
Evet, bitti; Benim Münih’te gezdiğim gördüğüm
yerler bunlar… Yazının sınırları uzadıkça uzadığı için Münih’in yeme-içme, eğlence
hayatına neredeyse hiç girmedim. Zaten Almanya mutfağı döne döne arayıp özleyeceğim bir mutfak değil. Ha, nerede yedin derseniz, Hofbrauhaus, karşısında yer alan Aylinger Wirsthaus ile yine o
civardaki Augustiner am Platzt aklımda kalan yerler.
Geleneksel Bavyera mutfağından turp çorbası, Bavyera sosisi ve Bavyera stili ördek kızartmasını denedim. Yemeği geleneksel kıyafetli garsonlar sunuyordu; iyi de, gerçek geleneksel kıyafetler bu kadar derin göğüs dekolteli midir, bilemedim, insan ne yediğini anlamıyor (Bu konuda resim yok beyler!).
Alışverişte de benim ilgimi çeken
Viktualienmarkt’dan alabileceğiniz
et ve şarküteri ürünleri ile
Peterkirche’nin karşısındaki
dükkanlarda bulabileceğiniz metal el
işçi eşyalar ve Marienplatz’daki dükkanlarda
rastlayabileceğiniz bira kupaları…
Ama dediğim gibi, gezimin ve yazımın
amacı, Münih’i keşfetmekti. Umarım
size iyi bir yol arkadaşı olur.
Söylemiştim,
Münih Türklerin yoğun olarak yaşadığı
bir yer. O nedenle bir senteze ulaşarak,
Münih’in güzelliklerini bir Türk edebi sanatı olan bir mani (manimsi diyeyim)
ile sonlandırayım yazımı.
MÜNİH’E GEL, MÜNİH’E
Münih’e
gel, Münih’e
Bavreya’nın
başkenti
Münih’e
gel, Münih’e
Marienplatz’dır merkezi
Kalstor
kapısı girişi
Rathauslar
görülmeli
Münih’e
gel, Münih’e
Sanat,
kültür, tarih dersen,
Teknolojiden
vazgeçmezsen
Doğaya dönmek istersen
Münih’e
gel, Münih’e
Pinakothekde
sanatla demlen
Englisher
garten’a gidip dinlen
Münih’e
gel, Münih’e
Gezilmeli,
görülmeli
Her
mevsimde çıkar keyfi
Münih’e
gel, Münih’e
4 yorum:
Münih i gezdiğimi sanıyordum ama bu yazıyı okuyunca sadece ucundan kıyısından bir şeyler görmüşüm. Çok güzel, tekrar gitme isteği uyandırdı bu yazı bana. Umarım bir daha gidip görebilirim....
Bu yazıyı okuyunca bugüne kadar gittiğimiz yerlerde beden dolaştırmışız diye düşündüm
Ben de dolaşacağım diye neredeyse bedenimi orada bırakıyordum, çok teşekkürler...
1988-2000 yillari arasinda Üc kez ikişer, üçer günlük kisa is gezileri arasına sıkıştırılmış-belirttigin gibi bizim kusagin hafızalarina kazili- Munih'i iyi bilmedigimi biliyordum. Englisher Garten'da içtiğim yerel biraların animsanan buruk tadıyla bu enfes anlatımını ve rehberliğini de iceren blogunu okuduktan sonra artık diyorum ki "ben bu mucize kenti hem de hiiiic iyi bilmiyormusum".Anladim ki, Korona sonrası gezilerimde ilk sıralara koyacağım kentler arasında olmayı hak ediyor. Blog sonundaki veciz dortluklerin ise son derece samimi, yalın, güzel ve akıl çelici. Son parke taşının bile hakkını vere vere gezen ayaklarına, gören gözlerine, yorumlayan zihnine sağlık dostum.Nice gezilere, nice anlatılara...
Yorum Gönder