Gezgin: Gülten İŞÇİMEN
Kaşhan adeta çölün ortasında yaratılmış bir vaha, yeşillikler içerisinde ve çiçeklerle bezeli tarihi bir şehir. İran platosunda en eski yaşam izlerine rastlanan Sialk Höyüğü
şehrin 3 km güneybatısında yer alıyor. Bu Höyükten çıkarılan kalıntılara göre bölgenin
tarihi prehistorik çağlara kadar uzanmakta ve Kaşhan’ın kuruluşu da Elam
Uygarlığı dönemine denk gelmekteymiş.
Kaşhan ünü sadece bahçeleriyle ve çiçeklerinden gelmiyor.. Selçuklu hükümdarı I..Melik Şah 11.yüzyılda Kaşhan’a bir kale yapılmasını emretmiş. Selçukluların etkisiyle o dönemde şehir çanak, çömlek yapımında, çinicilikte ve dokuma işlerinde maharet kazanmış ve bu alanlarda da ünlü hale gelmiş.
Kaşhan ünü sadece bahçeleriyle ve çiçeklerinden gelmiyor.. Selçuklu hükümdarı I..Melik Şah 11.yüzyılda Kaşhan’a bir kale yapılmasını emretmiş. Selçukluların etkisiyle o dönemde şehir çanak, çömlek yapımında, çinicilikte ve dokuma işlerinde maharet kazanmış ve bu alanlarda da ünlü hale gelmiş.
Kaşhan’da ilk olarak Fin Bahçelerine (Bagh-e Fin) gittik. Burası İran'ın hala yaşayan en eski bahçesiymiş. Bahçenin ismi, bu bölgede yaşamış kadim "Pin" kavminden geliyormuş. Arapçada “P” harfi olmadığı için kelime sonradan "Fin"e dönüşmüş.
Bahçenin tarihi çok eski olup 7000 yıl öncelerine kadar gidiyor Şah Birinci
Abbas (1571-1629) bahçeyi Perslerin cennet anlayışına göre yeniden
şekillendirmiş. Bahçe, içinde sular akan havuzlarla, 500 yıllık sedir ağaçları,
portakal ağaçları ve rengarenk çiçeklerle bezenmiş. Bahçe UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine alınmış.
Bahçede bir de hamam bulunuyordu. Bu hamam "Royal" hamam olarak
da biliniyormuş. Kaçar döneminde yanına bahçede çalışanlar için de bir ilave
yapılıp ikisi birleştirilmiş.
Hamamın "Royal" kısmının ünü sadece daha eski oluşundan gelmiyormuş. Kaçar Sultanı Nasreddin Şah, annesinin planladığı bir komployla, Vezir Mirza Tekihan'ı (Amir Kabir) burada öldürtmüş. Hamamın odalarında olayı görsel olarak anlatan mumya heykeller de var. Vezir son anında "Bu cellat beni öldüreceğine, en iyi dostum canıma kıysın" demiş.
Hamamın "Royal" kısmının ünü sadece daha eski oluşundan gelmiyormuş. Kaçar Sultanı Nasreddin Şah, annesinin planladığı bir komployla, Vezir Mirza Tekihan'ı (Amir Kabir) burada öldürtmüş. Hamamın odalarında olayı görsel olarak anlatan mumya heykeller de var. Vezir son anında "Bu cellat beni öldüreceğine, en iyi dostum canıma kıysın" demiş.
Hamamlar Persler için vazgeçilmez alanlarmış. Eskiden hamamları sadece
temizlik için değil, bazı sosyal ve tıbbi amaçlar için de kullanıyorlarmış.
Kına yakma (Hana-bandan) törenleri, flebotomi (toplardamarı keserek kan
akıtma), kemik kırık-çıkık tedavileri buralarda yapılıyormuş. Ayrıca hamamların
dinlenme ve eğlenme fonksiyonu da varmış. Şah Abbas'tan sonra bu adetler
kalkmış ve hamamlar asli fonksiyonlarına dönmüşler.
Hamamda fotoğraf çektirirken başımın örtüsü kaymış ama ben
farkında değildim. O sırada tören yapan heyet bizim olduğumuz hamam kısmına gelmez mi
ve bir görevli “Hanım hicap” gibi hatırladığım bir şeyler söyleyince hemen
başımı kapattım. Neyse ki bu olay dışında kıyafetle ilgili tur boyunca
bir sıkıntı yaşamadık.
Fin Bahçelerini gezdikten sonra dış kısmındaki hediyelik eşya satış
mağazalarına baktık. Oradan çok güzel ve doğal yasemin kokuları aldık. Fin Bahçelerinin önünde otobüsümüzün gelmesini bekliyorduk ki tam
o sırada bizim büyükelçimizin aracının onu almak üzere yanaştığını gördük.
Yurtdışında yıllarca yaşamışız da en nihayet bir Türk bulmuşuz gibi bir
sevinçle Büyükelçimizin yanına koştuk. Ayaküstü biraz sohbet ettikten sonra
fotoğraf çektirme isteğimizi kırmadı ve grupla birlikte poz verdi.
Fin Bahçelerinden sonra Büyük Ağa Cami ve Medresesine (Agha Bozork) gittik.
Bu tarihi Cami ünlü mimar Haj Sa’ban- Ali tarafından 18. Yüzyılın sonlarında
inşa edilmiş. Cami, 19.yüzyılda Dünyadaki en iyi islami komplekslerden birisi
olarak tanımlanıyormuş. Simetrik dizaynda yapılan Cami’de birisi mihrabın
önünde diğeri girişte olan iki büyük eyvan bulunmaktaymış. Ana avlu dışında
ortada başka bir avluda havuz ve ağaçlar varmış. Mihrabın önündeki eyvanda
tuğladan iki minare örülmüş. Burası ünlü mimar Ali Maryam’ın da öğrencilik
yaptığı bir medreseymiş.
Camiyi gezdikten sonra Kaşhan’daki gezimize devam ettik. Yolda rüzgar
kulelerini (Bad-gir) gördük. Bu kuleler çöl ikliminin olduğu hemen her yerde
sıkça görülüyor. Rüzgar kuleleri kalın seramikten hemen hemen bütün evlere inşa
ediliyor ve çöl rüzgarlarını belirli bir açıyla içeriye taşıyıp binaların ve
yapıların yaşam alanlarına yönlendiriyormuş. Hafif bir esinti bile binaları
serinletmeye yetiyormuş. Doğal klima gibi bir şey yapmışlar. İnsanların doğaya
uyum sağlama yetenekleri takdire şayan gözüküyor.
Sonra Kaşhan’da gezdirilen tarihi evlerden Tabatabaei Evine gittik. Bu ev
1880’lerin başlarında varlıklı Tabatabaei ailesi tarafından yaptırılmış.
Geleneksel Pers evlerinin yapısına uygun bir şekilde dekore edilmiş bu evin 4
avlusu, duvar işlemeleri ve vitray pencereleri ön plana çıkmaktaymış. Evin
mimarı Borujerdis Evinin de mimarı olan ünlü Ali Maryam’mış.
Bu arada okulların dağıldığı saate denk geldik ve pek çok öğrenciyi görme
imkanımız oldu. Yeri gelmişken okuma oranından da sözetmek istiyorum. İran’da
okuma yazma oranının % 90 civarında olduğu ve özellikle son yıllarda üniversite
mezunu kızların sayısının çok arttığı söylenmektedir. Bu durum iş hayatında
kendine yer edinen kadınların sayısında da ciddi artış sağlamış.
Bu durumdan erkekler çok da memnun değil anlaşılan. Behnam kadın çalışanların düşük ücretle çalışmayı kabul etmeleri yüzünden daha çok kadın çalıştırıldığını ve bu yüzden erkeklerin işsiz kaldığını memnuniyetsiz bir tavırla anlattı.
Bu durumdan erkekler çok da memnun değil anlaşılan. Behnam kadın çalışanların düşük ücretle çalışmayı kabul etmeleri yüzünden daha çok kadın çalıştırıldığını ve bu yüzden erkeklerin işsiz kaldığını memnuniyetsiz bir tavırla anlattı.
Kaşhan’daki gezimiz tamamlanınca otobüse binerek yolumuza devam ettik. Bu arada
rehberimiz Sinan programda olmayan ama yolumuzu fazla uzatmadan gezebileceğimiz
bir köyden bahsetti. Ekstra 25 Dolar verirsek bu köye gidebilecektik. Köyü diğer
tur programlarından okumuştum ve çok güzel bir köy olduğunu biliyordum.
Grubumuz ekstra olarak bu köye gitmeyi kabul etti ve iyi ki de gitmişiz.
Abyaneh Köyü, İsfahan eyaleti sınırları içinde 300 nüfuslu küçücük bir dağ
köyü olup Kerkes dağlarının eteklerinde 2200 metre yükseklikte yer alıyormuş.
1500 yıllık olduğu tahmin edilen köyün en önemli özelliği kırmızı evleri ve bu
köyde yaşayanların geleneklerini aynen koruyor olmasıymış.
Bu Köyde kadınlar başlarını ve omuzlarını beyaz üzerine kırmızı mavi çiçek desenli örtüler ile örtüyor ve diz altı etekler giyiyorlarmış.
Erkekler ise İspanyol paça benzeri geniş paçalı pantolonlar ile beyaz hakim yaka gömlekler giyerlermiş. Kadınların bu kıyafetlerine yıllardır hiçbir yönetim müdahale edememiş. Bazı kadınlarda gördüğümüz veya türbelerde giyilmesi için turistlere verilen çiçekli çarşafların kökeni de bunlardan geliyormuş.
Bu köyde adeta zaman durmuş. Köyün çamur ve
kerpiçten yapılmış kırmızı
evleri, kırmızı merdivenli, kemerli dar sokakları 500 yıl önceki haliyle aynen
korunmuş. Binaların kırmızı duvarları artık nasıl bir şekilde yapıldıysa çok
sağlam kalmış. Köy halkı her yıl evlerini baştanbaşa sıvar ve tamir ederlermiş.
Halkının da zengin olduğu biliniyormuş. 2007 yılından bu yana bu Köy, UNESCO
Dünya Kültür Mirası Aday Listesi’nde yer alıyormuş.
Köy, dağlardan gelen suyla birlikte bereketli topraklara sahip
olduğundan özellikle meyve üretimi yapılan bir yermiş. İnsanları da belki bu
bereketten nasibini alarak çok uzun ömürlü oluyorlarmış.
Köyün etrafında arkeolojik çalışmalar devam etmekte
olup bu araştırmalar sırasında geçmişi Sasaniler dönemine dayanan
bir Zerdüşt ateş tapınağı ve kale harabeleri bulunmuş. Köyde yer alan
Selçuklu dönemi cami kapısı ve ahşap ev kapıları ile kadın ve erkek misafirler
için farklılaşan kapı kolları da görülmeye değermiş.
Otobüsümüz köyün girişinde bizi indirdi. Zaten yolları çok dar veya
merdivenli olduğu için Köye araç giremiyormuş. Yokuş aşağı hep beraber
yürümeye başladık. Evler kırmızı renkleriyle çok sevimli gözüküyordu. Cuma
camisinin önünden geçtik
Köyün aşağısına doğru yürüdük ve orada bulunan bir türbede biraz
soluklandık. Burada savaşta ölen gençlerin resimleri ve isimleri asılıydı.
İranlılar şehitlerine çok sahip çıkıyorlar. Tahranda da gittiğimiz diğer İran
şehirlerinde de yollarda ve böyle türbelerde dua edilsin ve anılsın diye hep
şehitlerin fotoğraflarını ve adlarını asıyorlardı.Bu arada Türbede gördüğüm çok
hoş yerel kıyafetli bir kızı da fotoğraflama imkanı buldum.
Türbeden sonra yokuş yukarı tekrar Köyü tırmandık ve otobüsümüze bindik.
Köyün giriş kısmında yer alan ve içi de dışı da ayrı güzel olan Abyaneh
Hotel’in lobisinde oturarak bir çay molası verdik.
Bundan sonra artık istikametimiz İsfahan olacaktı. O şehir ki 16. yüzyılda çıkarılmış bazı madeni paraların üzerine “İsfahan dünyanın yarısıdır.” yazılıymış.
adresini ziyaret edebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder