Gezgin: Hürol SİPAHİOĞLU
Evet, San Marino’nun bir hikayesi
var; hikaye yüzyıllar önceden başlamış
ama konusu hala güncel. Neyse ki en azından San Marinolular için mutlu süren
bir hikaye. Ama dışarda kalan bazıları için düşündürücü, iç burkucu, umutsuzluk
verici olabilir
Sonuçta konu aynı yere gelip dayanıyor; büyüklük mü önemli, işlevsellik mi? Yalnız bu sefer, bu soru devletler için... Neyse, bir gezi yazısında iç bayıcı olmaya, bilmişlik yapmaya da gerek yok. Bu nedenle, ‘gitmiş de acaba nereleri görmüş, ne yemiş, nerde yemiş’ kısmına gelmek isteyenleri bekletmemek için, konu başlığının içeriğini en sona bırakıyorum.
Sadece bir ip ucu vereyim; Şehrin en önemli meydanına Piazza della Liberta (Özgürlük Meydanı) adını veren bu minik devletin gerçekten bize anlatacağı bir hikayesi var.
Bu şehir zaten hikayelerle, efsanelerle dolu. Ama önce
oraya gitmemiz gerek, gitmişken gezmek, şehrin tadını çıkarmak gerek. Sonra
biraz bilmişlik yaparım, ister okursunuz ister okumazsınız.Sonuçta konu aynı yere gelip dayanıyor; büyüklük mü önemli, işlevsellik mi? Yalnız bu sefer, bu soru devletler için... Neyse, bir gezi yazısında iç bayıcı olmaya, bilmişlik yapmaya da gerek yok. Bu nedenle, ‘gitmiş de acaba nereleri görmüş, ne yemiş, nerde yemiş’ kısmına gelmek isteyenleri bekletmemek için, konu başlığının içeriğini en sona bırakıyorum.
Sadece bir ip ucu vereyim; Şehrin en önemli meydanına Piazza della Liberta (Özgürlük Meydanı) adını veren bu minik devletin gerçekten bize anlatacağı bir hikayesi var.
San Marino’ya doğrudan
ulaşabileceğiniz bir havaalanı yok, tren istasyonu da... Sadece karayoluyla
ulaşılabiliyor. Ben San Marino’ya Bologna’dan gittim; Bologna tren
istasyonundan önce İtalya’nın Bodrum’u sayılabilecek Rimini’ye gitmek
gerekiyor. Biletitalia’dan tren saatlerini öğrenebileceğiniz gibi, tren biletini
de alabilirsiniz. Bilet 9,50 euro. Yalnız ben giderken demiryolu çalışanlarının
grevi vardı, epey zor oldu gitmek. Ayrıca istasyonda trene binmeden önce
biletinizi tasdik ettirin; İstasyonda peronlara
giden kapı kenarındaki yeşil renkli
makinelere biletinizi sokunca tasdiklenmiş oluyor. Bu önemli; tasdiksiz biletle yakalanırsanız ceza
kesiliyor. Ceza tutarı 65 Euro ama biraz mıyırdanırsanız 5 euro ile
atlatıyorsunuz. Tren biletleri,
alınılan tarihten itibaren 2 ay geçerli olduğu için, tekrar kullanımları
önlemek amacıyla bu yola gidiliyor herhalde ama bizim sisteme uygun olmadığından unutulabilir. Rimini’ye yaklaşık bir buçuk saatte varılıyor,
sonra tren istasyonu çıkışının hemen karşısındaki duraktan San Marino otobüsüne
biniliyor. Otobüs biletini tren istasyonun
solundaki turizm ofisinden alabileceğiniz gibi, otobüste şoförden de
alabiliyorsunuz. Bilet 5 Euro ve yol, yarım saat sürüyor.
Otobüs yemyeşil bir doğanın
içinden geçip döne kıvrıla Monte Titano’yu çıkarken bir süre sonra uzaktan San
Marino’nun üç kulesini görünce, insan sanki bugünden sıyrılıp Ortaçağa
geçiyormuş gibi hissediyor.
Bu duygu, otobüs Marino Calcigni
Alanında durduğunda artıyor. Burası San Marino’nun dış eteklerinde kalan bir alan.
Bu arada hiç kimlik kontrolü yapılmadan giriliyor şehre. Yok, ben illa
pasaportumda San Marino’nun damgasını da görmek istiyorum, derseniz turistik
amaçlı bir mühür vuruluyor, ufak bir meblağ karşılığında. Benim pasaportumun
değiştirilme süresi geldi zaten, hiç uğraşmadım o yüzden.
Merdivenle veya asansörle yukarı çıkıp Porta
San Francesco (S.Francesco Kapısı)‘ya
geldiğinizde artık ortaçağın bugüne düşen
gölgesini tamamen hissetmiş oluyorsunuz. Şehre giriş kapısı olan Porta
San Francesco 1361 yılında yapılmış, 1451 yılında tamamen baştan inşa edilmiş
ve 1581 yılında restore edilmiş. Kale duvarında San Marino ve Feltresca
ailesinin armaları kazılı. Zamanında bu
kapıdan içeri yetkisiz kişilerin silahla girmesi yasakmış. Kapı bir ortaçağ yapısı
ama giriş duvarına yapılmış bir heykel (metal bir fil başı) çalışması ortaçağı
bugüne bağlıyor. Aslında bu da San Marino hakkında bir ön bilgi veriyor. Şehrin
her yanında çağdaş sanatçıların heykelleri var.
Aslında burada, daha ilerlemeden,
soluklanıp bazı bilgileri paylaşmak lazım. San Marino diyorum; bu bir şehir
ismi ama aynı zamanda bir ülkenin de adı: San Marino Cumhuriyeti... San Marino,
dünyanın en küçük bağımsız devletlerinden, Avrupa’nın ise üçüncü küçük ülkesi;
60,57 km2 yüz ölçümü genelde dağlık bir alana yayılmış durumda. Temel sanayisi
taş ocakları ve taş işçiliği ancak bunun yanında turizmde gittikçe önem kazanan
bir sektör. Ayrıca tüm İtalya’ya hakim olan seramik işçiliği ile süt ve peynir
ürünleri burada da görülüyor. Ülkede euro kullanılıyor. İtalyanca konuşuluyor
ve Katolikler. San Marino, Titano Dağında, denizden 750 metre yukarıda. San
Marino Cumhuriyeti bir şehir devleti, başkenti de San Marino. Şehir, dokuz
bölgeye ayrılmış durumda. Borgo Maggiore’de bu bölgelerden biri ve San Marino’nun
hemen altında kurulu; San Marino’dan Borgo Maggiore’ye bir teleferikle inmek
mümkün.
Otobüsle gelirken Borgo Maggiore’nin içinden geçiliyor.
Daha turistik kalan başkentin yayılma ve yaşam alanı gibi. San Marino
Cumhuriyeti, tamamen İtalya toprakları ile çevrilmiş durumda. Denize en yakın
noktası, 22 km mesafede olan Rimini.
Şehrin kuruluşu bir efsaneye
dayanıyor. Buna göre, Dalmaçya’dan Rimini’ye çalışmak üzere gelen Marino isimli
Hristyan bir taş ustası ve onun etrafında toplananların, Roma İmparataoru
Diocletian’ın işkencelerinden kaçmak üzere 301 yılında Titano dağına çıkıp orada
yerleşmeleriyle San Marino’nun ilk
temelleri atılmış. Titano Dağı ise, dönemin soylu ailelerinden olan Donna
Felicissima’nın Hristiyanlığı seçerken Marino’ya hediye ettiği bir alanmış. Bu
topluluk hakkında ilk yazılı kayıt, 5 ve 6. yüzyıllar arasında yaşayan Eugippio isimli bir rahibin yazdıkları... 885
yılında, Devlet Arşivlerinde de olan Feretnano Sözleşmesi ise, Titano Dağındaki
özgür bir örgütlenme yapısının ispatı
niteliğindeymiş; bu belgede Dağ sakinleri üstünde, Kilise dahil hiç bir kişi ya
da kurumun bir imtiyaz veya hak sağlayayamayacağı belirtilmekteymiş. San Marino
9. yüzyılda özerklik kazanmış, 11. yüzyılda bir şehir devlet haline gelmiş.
Devlet Arşivlerinde de olan ilk yazılı yasa, 1295 yılında kaleme alınmış ve en
sonuncusu ise 1600 yılında yazılmış, bu da San Marino Cumhuriyetinin anayasasını
oluşturmaktaymış. Böylece San Marino 13 yüzyılda öncü bir cumhuriyet olarak
örgütlenmiş. Kısacası San Marino, şiddetten kaçan insanların özgür yaşamak için kurdukları bir
yurt olmuş; özgür yaşamak için neredeyse ilk kuruluşundan beri demokrasinin
esas alındığı bir sistem benimsenmiş.
Bu konuya yine döneriz, şimdi San
Marino’yu gezmeye devam edelim. San Francesco Kapısından girip sola dönünce
önce San Francesco Kilise ve Müzesine varılıyor. 1351 yılında yapımına
başlanılan Kilise, Murata’daki eski bir kiliseden sökülen parçalarla inşa
edilmiş. Kilise bünyesinde bir de müze bulunmakta. Roman Katolik Psikoposkuluğuna
bağlı Kilisede, Guercine ve Raphael’in
resimleri mevcut. Dini temalı resim ve fresklerin bulunduğu müzede, ayrıca
çağdaş sanat akımlarından da resim ve fotoğraflar bulunmaktadır.
San Francesco Müzesine giriş 3 Euro ama burada satılan 10 Euroluk kartı alırsanız bu Müze de dahil toplam 5
adet yeri görebiliyorsunuz; bunlardan ikisi, San Marino’nun olmazsa olmazı kuleler,
diğer ikisi ise Museo di Stato (Milli Müze) ve Palazzo del Governo
(Hükümet Binası). Zaten bunlarda
neredeyse San Marino şehrinde göreceğiniz tüm yerleri kapsıyor.
San Franscesco Müzesinin hemen alt tarafında İşkence Müzesi var ama
ben o hataya bir iki defa düştüm; artık işkenceymiş, vampirmiş (San Marino’da
Vampir Müzesi de var), seksmiş, şehvetmiş, öyle müzelere gitmiyorum.
Ayrıca bir
de ilginçlikler müzesi (Curiosity Museum) var; dünyanın en’li durumlarını
içeriyormuş. Müze broşüründen anladığım kadarıyla dünyanın en büyük yumurtası,
en uzun boylu kişisi vs falan var içinde. Dünyanın en huysuz gezgini olarak yürüyüp
geçiyorum önünden.
San Marino şehri, zik zak patikalarla
tepeye doğru çıkan yollardan oluşuyor. Yollar sonunda kulelere varlııyor. Ama
biz kaldığımız yerden devam edelim. San Francesco Müzesinin bulunduğu Plazza P. Ferretraro’dan yukarı Via
Basilicius boyunca yürüyünce San Marino’daki yaşam hakkında da bazı bilgiler
edineceksiniz. Burası turistik bir bölge; lokantalar, kafeler, dondurmacılar, çeşitli hediyelik
eşya dükkanları boyunca yürürseniz Piazza Titano’ya varırsınız. Burada Milli
Müze (Museo di Stato) var. San Marino
kartı, bu Müzeyi kapsıyor, bu nedenle ücret ödemeden giriyorum.
Müze, 19 yüzyılın ikinci yarısında, bir çok yerden gelen bağışlarla oluşturulmuş. Şimdiki mekanı, Palazzo Pergani-Belluzi’de. Müzede San Marino Cumhuriyeti topraklarında bulunan objeler yanında artık her müzenin olmazsa olmazı, eski Mısır’a ait eserler de var. Bu antik Mısır neymiş, San Marino Müzesi’ne kadar dünyanın dört bir yanına objeleri dağıldığı halde Kahire Müzesi gibi müthiş bir müze kurulmasına yetecek eser geriye kalmış. Müzenin önemli bir eseri, ülkenin 9 bölgesinden biri olan Domagnano’da yapılan kazılardan geriye kalanlar (çoğu kaçırılmış); bir kaç parça altın mücevher dönemin elbiseleri içindeki bir kadın resmi üzerine yerleştirilmiş bir şekilde sergileniyor.
Müze, 19 yüzyılın ikinci yarısında, bir çok yerden gelen bağışlarla oluşturulmuş. Şimdiki mekanı, Palazzo Pergani-Belluzi’de. Müzede San Marino Cumhuriyeti topraklarında bulunan objeler yanında artık her müzenin olmazsa olmazı, eski Mısır’a ait eserler de var. Bu antik Mısır neymiş, San Marino Müzesi’ne kadar dünyanın dört bir yanına objeleri dağıldığı halde Kahire Müzesi gibi müthiş bir müze kurulmasına yetecek eser geriye kalmış. Müzenin önemli bir eseri, ülkenin 9 bölgesinden biri olan Domagnano’da yapılan kazılardan geriye kalanlar (çoğu kaçırılmış); bir kaç parça altın mücevher dönemin elbiseleri içindeki bir kadın resmi üzerine yerleştirilmiş bir şekilde sergileniyor.
Müzede neolitik çağdan demir çağına uzanan objeler, Poggio Castellano ve Tanaccia kazılarından elde edilen objeler, San Marino, Saint Chiara gibi kiliselerden alınan eşyalar, 16 yüzyıldan 19 yüzyıla uzanan dönemden bir çok sanatçıya (Michele Giambono, Baccio Bardinelli, Tiburzio Passertti) ait resim ve heykeller yer almakta.
Palazzo del Governo’da bir kaide üstünde yer alan
Özgürlük Heykelinin bir versiyonu da Müze de görülebilir.
Mısır, Etrüsk, Yunan ve Roma uygarlıklarından da
bazı parçalar burada sergilenmekte.
Müze, San Marino’nun geçmişi hakkında oldukça aydınlatıcı olan bir yer ama yine de çok şey beklemeyin. Küçük, çok iddialı olmayan bir yer. Ama esas Müze görevlilerinin ilgisi ilginçti. Kendi ürettiği bir şeyi tanıtan insanlarda görülen memnuniyet, onlarda da vardı. Gayet yardımcı oldukları gibi, bir de Müze hakkında çok ayrıntılı bir belgeyi hediye ettiler.
Buraya kadar gelmişken Palazzo
Valloni ‘ye de bir göz atın. Şehrin kütüphanesi olarak görev yapan bu Saraya,
dışından, hatta kapısından bir baktıktan sonra Kaleye doğru tırmanmaya devam
edelim.
Şimdi San Marino’nun en önemli alanına Piazza della
Liberta’ya geliyoruz. Burada Özgürlük Heykeli
ve Palazzo del Governo olarak bilinen, belediye olarak da görev yapan hükümet
binası bulunmaktadir.
Burası 16 yüzyıla ait bir sarayın
yerine yapılan ve 1894 yılında tamamlanan
bir bina; binanın açılışında Carducci, ‘sonsuz özgürlüklerimiz için’ diye başlayan bir konuşma yapmış. Bu,
kuruluşundan beri adeta San Marino’yu
özetleyen bir motto.
Binanın içinde konsey ve dinleyici odaları bulunmakta, duvarlarda ise dönemim sanatçılarının eserleri var. Bir duvarda, Aziz Marino elinde Palazzo del Governo olmak üzere duruken resmi bulunmakta. Ayrıca Francesco Azzuri tarafından yapılan San Marino’nun bronz bir heykeli de görülebilir. Binanın önünde de Galetti tarafından yapılan Özgürlük Heykeli bulunmakta.
Buradan yukarı değil de düz
gidersek önce Giardino dei Liburni (Liburni Bahçesi), sonra da Cave dei Balestrieri
(Okçu Ocağı)’ye varıyoruz. Yukarıda Hükümet Binası yer alıyor.
Buradan yukarı kıvrılınca önce Basilica del Santo Parish’e varlıyor. Eski bir kilisenin yerine, neo klasik tarzda 1838 yılında tamamlanan Kilisede, Aziz Marino’nun kemiklerinin saklandığı altın bir kap ve bir heykeli ile muhtelif İtalyan sanatçılarının resimleri bulunmakta.
Bu Kilisenin hemen sağında Aziz
Peter Kilisesi var ancak ziyarete açık olmadığından içini göremedim. Buradan
yukarı değil de aşağı kıvrılırsanız Porta della Rupe’ye (Kaya Kapı) varırsınız. Devamında
ormanlık içinden geçen ve Borgo Maggiore’ ye varan bir yol mevcut. Buraya
gelmeden hemen önce de Saint Chiara Manastırının bahçesi ve binası görülebilir.
Burada ayrıca Ara dei Volontari
anıtı görülebilir. 1845-1918 yıllarındaki bağımsızlık mücadelelerine katılan
gönüllülerin isimlerinin yer aldığı obeliske iki yandan merdivenlerle
ulaşılmakta.
Bu civar, turistlerin daha az
ziyaret ettiği bir yer olduğu için daha sakin bir alan ve tamamen ortaçağ
havasını taşıyan binalarla çevrili taş yollardan geçilerek gidiliyor. Vaktiniz
olursa bir yürüyüş yapın derim.
Şimdi sıra San Marino’nun en
cazip bölgesine, üçüncü kuleye geldi. Bunun için yolu takip ederek yukarı
tırmanmamız gerekmekte. Sayısı azalsa da yine şık lokantalar, kafeler ve
hediyelik eşya satan dükkanlardan
geçerek, dik bir yokuşu tırmandıktan sonra ilk kuleye varıyoruz. Kule yolunda
manzaraya dikkat edin, ilerde Rimini’nin sahili size hoş bir görüntü sunuyor.
Titano Dağının zirvesinde, şehrin
silüetine de damgasını vuran üç kule yer almakta; Guaita, Cesta ve Montale
kuleleri.
Bunların ilk ikisi ziyarete açık. Yoldan yokuş yukarı tırmandıktan sonra ağaçlık arazi ile birlikte kuleler de başlıyor.
Bu kaleler, zaman zaman ihmal sonucu, özellikle kaldırım döşemek için taşları sökülüp tahrip olmuşsa da yirminci yüzyıl başında restorasyona alınmış.
İlk kule, Guaita’nın 10 yy da yapıldığı
tahmin ediliyor. 1371’deki Kardinal Anglico’nun bir yazısında, San Marino’daki üç kuleden bahsedilmekteymiş; bu nedenle farklı zamanlarda yapılan bu kulelerin ilkinin inşaatının onuncu yüzyıla denk düştüğü kabul edilmekte. İlk kale, 1416, 1479, 1482, 1549 ve 1615 yıllarında restore edilmiş. Kalenin içinde zindan ve küçük bir şapel var. Zindan 1960’ların sonuna kadar kullanılmış, sonra Kulenin geçmişi ile ilgili bir sergi alanına dönüştürülmüş. Kalede yer alan ve Kral Vittorio Emanuele II ve Vittorio Emanuele III tarafından verilen toplar, milli günlerde kullanılmaktaymış.
Bunların ilk ikisi ziyarete açık. Yoldan yokuş yukarı tırmandıktan sonra ağaçlık arazi ile birlikte kuleler de başlıyor.
Bu kaleler, zaman zaman ihmal sonucu, özellikle kaldırım döşemek için taşları sökülüp tahrip olmuşsa da yirminci yüzyıl başında restorasyona alınmış.
İlk kule, Guaita’nın 10 yy da yapıldığı
tahmin ediliyor. 1371’deki Kardinal Anglico’nun bir yazısında, San Marino’daki üç kuleden bahsedilmekteymiş; bu nedenle farklı zamanlarda yapılan bu kulelerin ilkinin inşaatının onuncu yüzyıla denk düştüğü kabul edilmekte. İlk kale, 1416, 1479, 1482, 1549 ve 1615 yıllarında restore edilmiş. Kalenin içinde zindan ve küçük bir şapel var. Zindan 1960’ların sonuna kadar kullanılmış, sonra Kulenin geçmişi ile ilgili bir sergi alanına dönüştürülmüş. Kalede yer alan ve Kral Vittorio Emanuele II ve Vittorio Emanuele III tarafından verilen toplar, milli günlerde kullanılmaktaymış.
İkinci kule Cesta’ya ağaçlıklı
bir yoldan gidiliyor, ilk kuleden yaklaşık 500 metre mesafede ve Titano Dağının
daha dik bir yamacında.
Ancak yolda minik kafeler , hediyelik dükkanlar var. 13 yüzyılın ilk yarısında yapılan kule, daha geniş bir alana yayılmış durumda.
Kulenin içinde eski silahlar müzesi de bulunmakta;
burada orta çağa ait 535 adet silah sergilenmekte, 1898 yılından sonra yapılan silahlar bu kısımda yer almıyor. Bu müzeye ait yaklaşık 1000 adet silah ise, Borgo Maggiore’deki Silah Enstitüsüne taşınmış. Müzede 500 yıllarından kalma kılıç, kalkan, ok gibi savaş araçlarından 1850’lerde kullanılan Napolyon tarzı silahlara kadar bir çok savaş eşyası bulunuyor. Bu arada bahsetmekte fayda var; ortaçağ da bölgedeki şehir devletleri arasında San Marinolu okçularının ustalıkları dillere destanmış ve savaşlarda destek niteliğinde komşu şehirlere de okçu gönderiyorlarmış. Yani kendi sınırlarını korumakta oldukça mahirlermiş. 1543 yılında San Marino’nun 661 kişilik bir ordusu bulunmaktaymış. Sonra tüfek icad olmuş mertlik bozulmuş.
Ancak yolda minik kafeler , hediyelik dükkanlar var. 13 yüzyılın ilk yarısında yapılan kule, daha geniş bir alana yayılmış durumda.
Kulenin içinde eski silahlar müzesi de bulunmakta;
burada orta çağa ait 535 adet silah sergilenmekte, 1898 yılından sonra yapılan silahlar bu kısımda yer almıyor. Bu müzeye ait yaklaşık 1000 adet silah ise, Borgo Maggiore’deki Silah Enstitüsüne taşınmış. Müzede 500 yıllarından kalma kılıç, kalkan, ok gibi savaş araçlarından 1850’lerde kullanılan Napolyon tarzı silahlara kadar bir çok savaş eşyası bulunuyor. Bu arada bahsetmekte fayda var; ortaçağ da bölgedeki şehir devletleri arasında San Marinolu okçularının ustalıkları dillere destanmış ve savaşlarda destek niteliğinde komşu şehirlere de okçu gönderiyorlarmış. Yani kendi sınırlarını korumakta oldukça mahirlermiş. 1543 yılında San Marino’nun 661 kişilik bir ordusu bulunmaktaymış. Sonra tüfek icad olmuş mertlik bozulmuş.
Şehir de bir de yeni silahlar
müzesi vardı ama halen 225 kişilik ordusu, idari personel de dahil 700 kişilik
polis kadrosu olan bir yerin yeni silahlar konusunda sergileyecek bir şeyleri
olması pek aklıma yatmadı, o nedenle gitmedim. Paris’teki savaş müzesi müthiş
bir müzedir. Öyle bir örneği gördükten sonra, hele artık ordusu sadece asayişi
sağlamakla görevli bir yerin, yeni silahlar konusunda ziyarete değer bir müzesi
olması inandırıcı gelmedi bana.
İkinci kuleden sonra artık iyice
ormanlık bir araziden geçilerek, 300 metre yürüdükten sonra üçüncü
kuleye,Montale’ye varılıyor ama sadece çevresini gezebiliyorsunuz, içine
giremiyorsunuz. Buranın yapım yılı tam bilinmiyor; sanki başlanmış da yarım
bırakılmış bir yer gibi. Bu arada San Marinolular, özellikle ortaçağ sırasında
özgürlüğünü koruyabilmek için, sırasında içine kapandığı dağ şehrinde, hayatın
idamesi için yağmur suyuyla beslenen bir çok sarnıç kurmuş. Bunlara kule
civarında da rastlanılabilir.
Kulelerden aşağı inince Saint
Quirino Kilisesine geliyorsunuz. 15 yüzyıl ortalarında yapılan Kilisenin sade,
sakin bir havası var.
Böylece San Marino etrafında bir
daire çizerek görülecek yerleri tamamlamış oluyoruz. Porta Murati Nuova
kapısından geçerek şehrin merkezine dönebiliriz.
Tabii Liburni Bahçesinin hemen
yanındaki teleferik durağından Borgo Maggiore’ye inip orayı da gezmek
isteyebilirsiniz.
Ama orası daha çok San Marino’nun yaşam alanı, hizmet işlerin yürütüldüğü, gündelik hayatın aktığı kısım olduğu için ben, (Milli Müzeye hemen gelmeden, solda, müthiş manzaralı) Miramonti’de bir veda camparisi almayı tercih ettim. Burası nefis manzaralı bir kafe, üstelik fiyatları da çok makul.
Günü birlik bir gezi olduğu için daha fazla kafe, restorant hakkında bilgi edinemedim ama Miramonti’den, yediğim, içtiğim ve ödediğimden çok memnun ayrıldım.
San Marino’dan ne alsam, derseniz
San Marino pullarının özel bir önemi varmış, ilgilenirseniz... Seramik eşyalar var.
Şarap, peynir, tahmin edileceği üzere, mevcut. Tatlı olarak Torta di Tre Monti
(Üç Zirve Keki) ünlüymüş ama denemek aklıma bile gelmedi. Genelde fiyatlar
makul ama benim çok bir alışverişim
olmadı burada. Bir iki parça seramik eşya ve magnet dışında birşey almadım.
Şimdi konu başlığımıza dönelim.
Önce San Marino’nun mevcut yönetim sistemi üstüne genel bir bilgi: San Marino,
çok partili temsili demokrasi ile yönetilmektedir ve rejim, demokratik
cumhuriyettir. Dokuz idari bölgeye ayrılan San Marino’da her bölge bir kale
olarak nitelendirilir ve her bir kalenin yerel konseyi bulunmaktadır. Her
konseyin başında iki yıllığına seçilen ve captain denilen başkan bulunmaktadır.
Bu konseylerin toplamı, Büyük ve Genel Konseyi oluşturmaktadır; Konsey üyeleri
halk tarafından beş yıllığına seçilirler. Bu yürütme organıdır. Konseyden, İki
Kaptan Naipliği, Naiplik Deneticileri, Meclis, 12 Konsül seçilir. Kaptan
Naipliği altı aylık dönemler için seçilir ve yönetim organının başıdır.
Kararlar karşılıklı mutabakatla alınır ve üyeler üç yıl geçmeden tekrar seçilemezler. 12 Konsül ise yargı
organı gibi işlemektedir.
San Marino’nun idari biçimi, çoğu
akademisyence dünyanın en mükemmel demokrasisi olarak nitelendirilmiştir. Bunun
en büyük nedeni, yönetici kesimin oldukça sık aralıklarla ve halk tarafından
seçilerek değiştirilmesidir. Napoleon bile, burayı işgal etmemiş, San Marino’yu
örnek alınacak bir cumhuriyet olarak nitelemiş ve korunması gereken bir yer
olarak görmüştür.
Özgürce yaşamak için yola çıkan
atalarının izinde bağımsızlıklarını korumak için asırlardır verdikleri
mücadelenin sonunda elde ettikleri demokratik sisteme bağlılıkları ile bu
küçücük ülke, bize devletin işlevinin ne olduğunu hatırlatır gibi; bireylerinin
hayatını korumak ve güzelleştirmek... Demokrasiyi araç olarak kullanıp güç
kazandıkça totaliterleşen ve tüm halkı devletin, dolayısyla kendisinin
hizmetçisi olarak gören, çok daha görkemli geçmişlere sahip koskocaman
ülkelerin yanında, bu küçük ülke titizlikle demokrasinin bayrağını
dalgalandırmakta. Şimdi küçük ve az nüfuslu bir ülkede demokrasinin
uygulanmasının ne kadar kolay olduğundan bahsedebilirsiniz ya da tören
kıtasından hallice bir ordusu olan bir ülkenin hangi demokrasiyi nasıl
koruyabileceğinden, güvenliği başka ülkelerin insafına kalan bir ülkenin
demokrasisinin de başka ülkelerin insafına kalacağından dem vurabilirsiniz...
Ama bunun ötesinde önemli olan bir noktadan bahsediyorum ben; insanların
niyetleri... Kendi içlerinde kimse diktatör olmak için uğraşmıyor ya da böyle
bir kişiye prim verilmiyor, demokratik bir yönetim biçimi yaratıp kendi
vatandaşlarının daha özgür yaşaması için uğraşıyorlar, devletleri bunun için var.
Görkemli tarihlerine rağmen neticede geldiği nokta (devlet vatandaşları için
vardır yerine) ‘vatandaşlar devletleri için vardır’ sonucuna ulaşan ülkelerin
vatandaşları, o görkemli geçmişlerinin
vara vara çıkışsız bir totaliter rejime varmasını nasıl sindirebilirler.
İşte bu nedenle böyle bir başlığı
tercih ettim. Bir devletin sınırlarının
büyüklüğü, eğer o devlet gerçek işlevini yerine getirmiyorsa, vatandaşlarını
bir makinenin dişlisi olarak görüyorsa, neye yarar ki? Devletler, işlevlerini yerine getirdiklerinde,
vatandaşlarının hayatını, güvenliğini, refahını iyileştirdiğinde gerçekten
büyük bir devlet olur bence.
Hiç kimse sadece San Marino’yu
görmeye oralara gitmez ama Kuzeydoğu İtalya turunuzun bir gününü San Marino’ya
ayırın; vatandaşlarının iradesini esas
alan devletlerdeki, rahat ve güvenli hayatlar süren insanların sakinliğine,
huzuruna ve sıcaklığına tanık olun. Mutlaka daha görkemli kiliseler
görmüşsünüzdür, daha zengin müzeler... Ama arada tarihsel kopukluklar olsa da,
demokrasiyi düstur edinen minik bir ülkenin,
şanlı tarihlere sahip koca koca ülkelerden gelenlere anlatacağı özgürlük
hikayelerine kulak verin. Dönerken de içinizde bir burukluk oluşursa, hiç dert
etmeyin; otobüs kalkış durağının hemen yanında San Marino
şarapları satan bir dükkan var.
Guzel bir yazi
YanıtlaSilGuzel bir yazi
YanıtlaSilTeşekkürler
SilGüzel bir yazı bende bloguma beklerim :)
YanıtlaSilyummygezgin.blogspot.com.tr
İlginize çok teşekkürler
YanıtlaSil