Gezgin: Ayşe ÇULHA
Ünlü besteci Puccini'nin doğduğu, müzik festivalleri ile bilinen muhteşem bir İtalyan kasabası. Etrüks ve Romalılara kadar uzanan zengin tarihi ve bozulmamış dokusu ile geçmişi günümüze taşıyan, surlar içinde kurulu Lucca, İtalya'nın diğer şehirleri kadar ilgiyi fazlasıyla hak ediyor.
Pisa'dan Lucca'ya tren ile 15-20 dakika süren bir yolculukla ulaşılıyor, tren bileti 3,5 Euro.
Özellikle bölgesel tren biletlerinde gün ve saat belirtilmediği için trene
binmeden önce istasyondaki makinelerden aktif hale getirilmesi gerekiyor. Trene
bindikten sonra bileti okuduğumuzda fark ettik, şanslıydık, herhangi bir
kontrol olmadığı için sorun yaşamadık.
Siz yine de işinizi şansa bırakmayın.
İstasyondan şehre
yürürken trenden birlikte indiğimiz ve selamlaştığımız, kocaman kontrabaslarını
taşıyan iki müzisyen gencin önümüzden geçerek surlara yöneldiğini gördük.
Surların yürüdüğümüz istasyona bakan tarafında bir giriş kapısı göremediğimiz
ve arkasında yaşam alanı olduğuna dair herhangi bir emare bulamadığımız için
bir anlam veremedik. Keşke hislerimize uyup gençleri takip etseymişiz.
Elimizdeki notlara güvenip, ısrarla yol boyunca uzanan ağaçlıklı yolu
takip ederek epeyce bir zaman sonra
kendimizi yeni şehir merkezinde bulduk. Çoğu müzik stüdyosu olarak
kullanılan çift katlı bahçeli evler ve sokaklar arasında bir süre yürüdük. Eski
şehir merkezini sorduğumuz İngilizce
bilmeyen (bu arada Lucca çok elit bir şehir ama İngilizce konuşabilen
birine rastlamadık, yine de yardımcı oldular) bayanın el kol hareketleri ile
yön göstererek ve vurgulu bir şekilde “payte payte”demesinden daha çok
yürümemiz gerektiğini anlayarak, hemen sur tarafına yönelip ilk gördüğümüz kapısından içeri girdik.
Sonrasında “payte payte” aramızda espri konusu oldu. Çok yürümemiz gerektiğinde
bu sözcüğü sıkça kullandık.
1987 yılında UNESCO
Dünya Mirasları Listesine eklenen Lucca, tarihi surlar içinde kurulmuş bir ortaçağ
kasabası. Dört kilometre uzunluğundaki şehrin surları Alessandro Fernose
tarafından şehri düşmanlardan korumak ve giriş çıkışları kontrol etmek için
yapılmış (1504-1645) ve günümüze kadar sapasağlam kalmış. Üçü eski (San Pietro, Santa Maria, San
Donato) üçü daha yakın dönemde açılan (Elisa, Sant’Anna, San Jacopo) altı sur
kapısı bulunuyor. Sur çevresi boyunca kocaman sıralı ağaçlar ve yürüyüş yolu var.
Kaynaklarda; Roma
İmparatorluğu döneminde site şehir planında inşa edilen Lucca’nın ortasında bir
forum ve aynı zamanda amfi tiyatro bulunduğu ve merkezdeki bu amfi tiyatro
planının sonradan yerleşim alanına dönüştüğü ifade ediliyor. Romalılar
tarafından yapılan sokak planı az değişiklikle aynen korunmuş.
Surlara girdiğimiz anda
kendimizi antik bir şehrin içinde bulduk. Cidden çok heyecan verici, birden başka bir dünyaya
ışınlanmış hissediyorsunuz. Bu duygular
içinde sokak ve binaların cazibesine kapılarak San Michele Meydanına geldik.
Muhtemelen şehrin kurucularına (İngilizce hatta İtalyanca bir yazı ve açıklama
yoktu) ait bir heykelin bulunduğu bu
meydanda soluklandık.
Meydanın bulunduğu
yerde Romalılar döneminde şehir forumu varmış. Antik şehir içinde araç trafiğine
izin verilmediğinden Pisa’da olduğu gibi
bisiklet kullanımı oldukça yaygın. Öyle ki İtalya’nın en çok bisiklet
kullanılan beldesiymiş. Rastladığımız bisikletli kadın ve erkeklerin ve genelde
Luccalıların oldukça şık olduklarını belirtmeliyim. Meydanın etrafında ise kafeler yer alıyor.
San Michele'in Foro Kilisesi de yine bu meydanda. Foro adını üzerinde bulunduğu Roma şehir forumuna atfen almış. 1071 yılında yapımına başlanılan kilisenin tamamlanması sürekli yapılan eklemelerle uzun yıllara yayılmış. 1476 yılında vebanın sona ermesini kutlamak için Matteo Civiteli’nin yaptığı Madonna Salutis Pontus heykeli de bu eklemelerden biriymiş ve 1480 yılında kilisenin sağ alt köşesine eklenmiş. Şu an yerinde bulunan orijinali değil, kopyası. Romanesk tarzdaki kilise özellikle Carrara mermeri kullanılan dış cephesi ile göze çarpıyor. Kilisenin tepesindeki iki metre yüksekliğindeki bronz anıt aziz San Michele’i tasvir ediyormuş. Puccini’nin ilk kez bu kilisede org çaldığı da belirtelim.
Diğer önemli kiliseler
San Martino Katedrali, San Frediano Bazilikası ile birlikte küçük kasabada
toplam kırk üç kilise bulunuyor.
Kiliseyi geçip biraz
daha ilerleyince Cittadella Meydanında Puccini’nin müzeye dönüştürülen evi ve
bronz heykeli ile karşılaşıyoruz.
Lucca müzisyenleri
(özellikle Puccini) ve müzik festivalleri ile ünlü. Tosca, Madame Butterfly, La
Boheme, Turandot operalarının bestecisi Puccini bu kasabada doğmuş. 19. yy sonu ve 20 yy. başı döneminin en önemli bestecilerindendir, Puccini. Onun varlığı Lucca’ya ayrı bir hava ve canlılık katmış. Lucca’ya uğramamıza
Puccini’nin burada yaşamış olmasının da etken olduğunu ifade etmeliyim.
Luccalılar ünlü müzisyen ile ne kadar gurur duysalar haklılar. Ölmeden
yapılacaklar listemize, yazın müzik festivali zamanında gelmeyi ekliyoruz
Lucca ve çevresinde
varlıklı ailelerin bir statü sembolü olarak yapılan ikiyüzden fazla kule
varmış, büyük bir kısmı yıkılmış. İşte bu kulelerden biri de ondördüncü
yüzyıldan günümüze ulaşan Guinigi Kulesi. Lucca’yı Floransa’ya karşı savunan
Guinigi ailesine ait kule torunları tarafından hükümete bağışlanmış.
Tepesindeki meşe ağaçlarıyla ünlü ve Lucca’nın simgesi haline gelmiş Guinigi
Kulesine gitmek istiyoruz. Bulunduğumuz yerden uzakta olduğunu öğrenince ve
yerini sorduğumuz çiçekci kadın “payte payte” deyince Floransa’ya fazla geç
kalmamak için vazgeçiyoruz, kuleden Lucca manzarası izlemeyi ve
gerçekleştiremediğimiz pek çok şeyi bir daha ki gelişimize öteliyoruz.
Ön keşif mahiyetinde
tadımlık bir gezi oldu. Tarih, sanat ve dahi doğanın iç içe geçtiği Lucca’ya
bir kez daha gelip, iki gün kalmak ve tam hakkını vermek gerektiğini
düşünüyorum.
Türkiye’deki surlar
içinde kurulu pek çok eski yerleşim yerini ve surlarını koruyamamanın hüznü ile
bu güzel ortaçağ kasabasından ayrılıyoruz. Dönüşte sıkıntı yaşamadan istasyona
bakan yönde ve az da olsa surların
çevresindeki ağaçlıklı yolda yürüyüp rahatlıkla çıkıyoruz.
Fotoğraflar: Gülten İŞÇİMEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder