Gezgin: Neriman YAŞAR
Dinlerin, tarihin, kültürel efsanelerin ve mitolojilerin iç içe geçmiş olduğu, her köşesinde olağanüstü bir manzaranın ya da hikayenin sizi beklediği bir ülke İsrail. İsrail’de gördüğünüz her taşın birden çok hikayesi var. Bu hikayeler bazen birbirini teyit ediyor, bazen çelişiyor, ama hangisine inanacağınız size kalmış, dedim ya hikaye. Bırakın, gezdiğiniz gördüğünüz tüm yerler sizi geçmişte bir masal yolculuğuna götürsün.
Kapalı bir grupla
yaptığımız İsrail gezisi sırasında; İstanbul’da doğup büyümüş, halen İsrail’de
yaşayan Yahudi rehberimiz, yol boyunca bize farklı dini kitaplardaki
yaklaşımları anlattı. Gördüğümüz her yere ve tarihi olaya ilişkin farklı
görüşler/yorumlar olduğu için, bu yazıda rehberin anlattıkları esas alınacak,
bazı bilgiler meraklısına başlığı altında verilecektir. İlginizi çekmez ise
bu bölümleri atlayarak okumanız önerilir.
MERAKLISINA
İsrail, Orta Doğuda Asya ve Afrika
kıtalarının kesiştiği yerde bulunan bir ülke. Batısında Akdeniz, kuzeyinde
Lübnan ve Suriye, doğusunda Ürdün, güneyinde Mısır, Filistin ve Kızıldeniz ile
çevrili.
Kudüs fiili başkent, ancak uluslar
arası kabul edilen başkent Tel-Aviv.
2014 yılı nüfus tahminine göre
nüfus 8.238.000. Nüfusun etnik dağılımının ise; % 75,1 Yahudi, % 20,7 Arap ve %
4,2 diğer unsurlardan oluştuğu tahmin ediliyor.
İsrail
ekonomisi; yüksek teknolojik araç gereç üretimi, tarım, sanayi, elmas
işlemeciliği ve turizme dayalı. Kibbutz
adı verilen komünal tarım çiftlikleri, gıda üretiminin tamamına yakınını
gerçekleştirerek ülkenin gıdada kendi kendine yetmesini sağlıyor.
Kişi
başına GSYİH 38.000 Dolar civarında
İsrail kültür gezimiz Kudüs
ile başlıyor. Kudüs, gecesi ve gündüzü ile büyüleyici bir şehir. Gece yüksekten
bakıldığında ışıklandırılmış bir masal ülkesi gibi. En görkemli görüntü altın
kubbesi ile Kubbet-üs Sahra, Mescid-i Aksa, yanında ağlama duvarı, görkemli
kiliseler ve yaşayan bir şehrin sokakları…
Kudüs, bugün UNESCO dünya kültür mirası
listesinde. Ermeni, Hristiyan, Yahudi ve Müslüman mahalleleri olmak üzere dört
kısma ayrılmış. Surlar içinde kalan bölümü, "Eski şehir" olarak anılıyor.
Eski şehirde, kutsal mekanlar
birbirlerinden net çizgilerle ayrılamıyor. Bir din için kutsal olan mekan,
diğer dinler için de kutsal olabiliyor; Yahudilerin Hz. Süleyman Mabedi
olduğuna inandığı tepe üzerine inşa edilmiş Mescid-i Aksa gibi, Hz. Muhammed’in
Miraç gecesinde Burak denilen bineğini bıraktığı yerin hemen yanıbaşında
“Ağlama Duvarı”nın olması gibi... Ya da Ağlama Duvarı önünde Yahudiler
ritüellerini yaşarken, hemen üst tarafında bulunan El Aksa Camii’nde Müslümanların
namaz kılışı gibi.. Mescid-i Aksa’ya namaza giden Müslümanların, çile yolundan çıkan
ve Kıyamet Kilisesinde hacı olmaya giden Hıristiyanları görmesi gibi…
Kudüs gezisine otobüs ile çıktığımız Zeytin dağından
başlıyoruz. Arkamızdaki eski bir binanın I. Dünya Savaşı’nda
Filistin’deki IV. Ordunun Komutanı olan Cemal Paşa tarafından kullanılan
karargah binası olduğunu öğreniyoruz. (Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı kitabında
anlattığı olayların geçtiği mekan) Önümüzdeki terastan, panoramik Eski Kudüs
manzarasını izlerken artık efsaneleri dinleme zamanı.
MERAKLISINA; Kubbet-üs-Sahra’nın
bulunduğu Tapınak Tepesi’nin yüksekliği 740 m, Zeytin Dağı’nınki ise 809 m. İki
dağ arasında ise Kidron Vadisi uzanıyor.
Resimde uzaktan görülen surların içindeki taşlarla örülmüş (kim
örmüş, neden örmüş rivayet muhtelif) kemerli kapı, Yahudi inancına göre Mesihin
geleceği Altın Kapı.
Kapının tam karşısında, vadinin diğer yanında Zeytin dağı eteklerindeki dünyanın en eski Yahudi mezarlığının ise Mesih geldiğinde, ilk dirilecek olanların yattığı yer olduğuna inanılıyor. Mezarların her tarafı taş ile örülmüş, toprak görünmüyor. Yahudi inanışına göre Mesih geldiğinde; buradakileri diriltecek ve tapınağı yeniden ibadete açacak, vadinin üzerinde kurulacak köprü ile Tapınağa geçiş sağlanarak, dünyanın merkezi olacak bir yönetim kuracakmış. Mezarlık halen kullanılmakta ve günümüzde buradan yer satın almak isteyenlerin milyon dolar civarında bir servet ödemesi gerekiyormuş.
Aynı vadi Hıristiyanlar için de kutsal. Zeytin dağından
aşağıya yürüyerek inerken, irili ufaklı kiliseler
görüyorsunuz. Hristiyanlar’da sırat köprüsünün bu vadi üzerinde kurulacağına
inanıyormuş (yani bu vadide bir şey olacak da bakalım ne zaman).
Bu kilise, Hz. İsa’nın son yemeğini yedikten sonra geldiği ve
bir taşın üzerinde uykuya daldığına inanılan taşın üzerine kurulmuş. Hz. İsa’nın
Romalı askerler tarafından burada tutuklandığına inanılmakta.
MERAKLISINA: Hz.İsa otuz yaşlarına doğru Mesih
olduğunu bildirir. Önce memleketi Celile’de sonra Kudüs’te vaaz vermeye başlar.
Daha ziyade ezilmiş, fakir insanlara seslenir. Onların acılarını hafifletmeye,
katı Yahudi kurallarını yumuşatmaya çalışır. Zamanla vaazlarına ilgi artar.
Ancak kendisinin Mesih olduğuna inanmayan Yahudiler, İsa’yı Romalı Kudüs Valisi
Pontius Platus’a şikayet ederler. Havarilerinden Yahuda da ona ihanet eder.
Luka’ya göre “Şeytan Yahuda’nın kalbine girer.” O da gider, baş kahin ve tapınak
koruyucularının komutanlarıyla İsa’yı nasıl ele verebileceğini görüşür. Onlar
buna sevinirler ve Yahuda’ya 30 gümüş dinar verirler. O da bunu kabul eder ve
İsa’yı ele vermek için tenha bir yer ve zaman kollar. Hamursuz Bayramı’nda bir
evde akşam yemeği yedikten sonra (Son Akşam Yemeği) İsa bazı havarileriyle
birlikte Getsemani’ye gider, dua eder, sonra da bir taşın üzerinde uyur.
Havariler de uyurlar. Yahuda’nın askerlerle birlikte bahçeye girmesi üzerine
uyanırlar. Yahuda İsa’ya doğru gider ve onu öper. Bu, bahçedekilerden
hangisinin İsa olduğunu askerlere göstermek için önceden kararlaştırılmış bir
hiledir. Bu sayede İsa’nın kim olduğunu öğrenen askerler onu tutuklayıp
yargılamak üzere Antonio Kalesi’ne götürürler.(Öncesinde ve sonrasında neler
olduğunu, aşağıda ilgili mekanları gezerken okuma fırsatınız olacak)
Zeytin dağından asırlık zeytin ağaçlarının kokusunu içimize
çekerek yürüyoruz, aşağı inerken her iki yanımızda kiliseler var. Bu kiliseler
Hristiyanlığın farklı mezheplerine ait ve farklı ülkeler tarafından yaptırılmış.
Yunan
Ortodoks Bethphage Kilisesi, Zeytin
Dağı'nın hemen yamacında yeşillikler içinde parlayan altın kaplama kubbeleri
ile dikkat çeken Rus Ortodoks Maria Magdelana Kilisesi.
Sanki herkes bu kutsal kentte iz bırakmak istemiş. Ama gece
gündüz, hangi cepheden bakarsanız bakın, en ihtişamlı yapı Mescid-i Aksa da yer
alan altın kubbeli Kubbet-üs Sahra…Zeytin dağından inip, vadiyi geçiyoruz. Eski kenti çevreleyen
şehir surlarının (Kanuni Sultan Süleyman tarafından onarılıp yenilendiği için
Süleyman Surları deniyor) sekiz tane kapısı var.
MERAKLISINA; Yafa Kapısı, Eski Kent’in ana girişi. 1538’de Kanuni
Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış. Eski Yafa-Kudüs karayolunun bittiği
yerde bulunan bu kapı Müslüman ve Ermeni mahallelerine açılıyor.
Herold Kapısı, kuzey duvarından Müslüman Mahallesi’ne açılıyor.
Şam Kapısı, kuzey duvarında bulunan ve Müslüman mahallesine açılan kapı, Arap
pazarının başlangıcında olduğu için çok işlek. Kudüs kapılarının en görkemlisi.
Yeni Kapı, nispeten yakın zamanda (1889) yapıldığı için bu adı almış. Kent’in
kuzeybatı köşesine yakın bir yerde ve Hıristiyan Mahallesi’ne açılıyor.
Siyon ya da Davut Kapısı, güneyde yer alıyor ve doğrudan Ermeni ve
Yahudi mahallelerine açılıyor.
Çöp Kapısı, güney duvarında bulunan ve Ağlama Duvarı’na (Batı Duvarı) en yakın
kapı. İkinci yüzyıldan itibaren çöpler kent dışına buradan çıkarıldığı için Çöp
Kapısı adını almış.
Aslanlı Kapı, doğu duvarında ve Çile Yolu’na (Via Dolorosa) götürüyor.
Altın ya da Merhamet Kapısı, Eski Kent’in doğu yakasında ve Zeytin
Dağı’na bakıyor. Yahudi inancına göre Mesihin Kudüs’e gireceği kapı.
Batı surlarındaki kapıya; Yahudiler Yafa
şehrine giden yolun başında olduğu için Yafa
Kapısı derken, Müslümanlar El-Halil
Kapısı diyor. Osmanlı döneminde kapının kitabesine; La İlahe İllallah,
Muhammedun Rasulullah yerine La İlahe
İllallah, İbrahim Halilullah (Allah’tan başka ilah yoktur ve İbrahim
Allah’ın dostudur) yazılmış. Bu yazı üç İbrahimi dinin de kutsal şehri olan
Kudüs’te, Yahudi ve Hıristiyan tebaaya da jest olarak düşünülmüş.
Uzun saçlı iki genç dans ederek ilginç çalgılarını
çalıyorlar. Bu çalgılardan biri, çok büyük antilop boynuzundan yapılmış, diğeri
darbukaya benziyor. Biz, bir Bar Mitzva (Yahudilikte, erkek çocuklar için yetişkinliğe geçiş)
törenine denk gelmişiz, çalgılar ondan çalınıyormuş. Eskiden, toplu ibadet için halkı tapınağa çağırmak
amacıyla da kullanılırlarmış bu çalgılar.
Biraz ileride, şık
giyinmiş (bizim sünnet çocukları gibi) 12-13 yaşlarında bir erkek çocuğu
alkışlar, şarkılar, müzik ve dans eşliğinde ağlama duvarına götürülüyor.
Yanında din adamları da var. Burada Tevrat’tan rastgele açılmış bir bölüm
okutturularak, eğer başarırsa artık yetişkin sayılacakmış. Yetişkinlik
töreninden sonra, dini kurallara uymak zorunda ve yaptıklarından kendisi
sorumlu olacakmış.
MERAKLISINA;
Yahudi inanışına göre; İsrailoğulları Mısır'dan çıktıktan sonra yapıldığı
varsayılan ve içinde Hz.Musa'dan kalan taş levhalarla Hz.Harun'un eşyalarının
bulunduğu “Ahit Sandığı”nın ve yedi kollu şamdanın Hz. Süleyman Mabedinde
olması gerekiyor. Bu sandığı bulacak kişinin mehdi/kurtarıcı olacağına
inanılıyor. İsrail Devleti, 1968 yılından bu yana Mescid-i Aksa’nın çevresinde
ve altında arkeolojik araştırmalar adına kazılar yapıyor.
Karşımızda ağlama duvarı, İsrail’li askerlerin kontrolünden geçerek giriyoruz alana. Kadınlar (bir mabede girerken uyulması gereken giyim kurallarına uyarak) sağ tarafta kendileri için paravan ile ayrılmış bölüme, erkekler sol taraftaki daha geniş bölgeye gidiyor.
Karşımızda ağlama duvarı, İsrail’li askerlerin kontrolünden geçerek giriyoruz alana. Kadınlar (bir mabede girerken uyulması gereken giyim kurallarına uyarak) sağ tarafta kendileri için paravan ile ayrılmış bölüme, erkekler sol taraftaki daha geniş bölgeye gidiyor.
Duvarın çok yakınında dua eden Yahudi kadınlar hep siyah giyimli, başları siyah örtülü, ellerinde küçük kutsal kitapları var. Saygılı duruşları, hüzünlü mahzun yüz ifadeleri ile huşu içinde, hafif öne arkaya sallanarak dua ediyor kadınlar. Kadınları biraz izledikten sonra Yahudiler için ağlama duvarı, Müslümanlar için Burak Duvarının (duvarın üst kısmı Mescid-i Aksa) önünde kendi inancımıza göre dua ediyoruz. Duvarın yarıklarına ve taş aralarına küçük kağıtlara yazılmış dua- dilekler sıkıştırılmış. Bunları kim toplayıp okuyor, sonra ne oluyor gibi kafamdaki soruları def edip, mekanın ruhunu yakalamaya ve etrafımdaki Yahudi kadınların hislerini anlamaya çalışıyorum. Duvardan ayrılırken sırtlarını dönmeden geri geri gidiyorlar ve yüzlerinde benim görebildiğim “derin bir hüzün”.
Erkekler tarafı daha
canlı ve hareketli. Kadınların bu tarafa
girmesi yasak ve bakması da çok hoş karşılanmıyor. Ama sesler ve görüntüler
daha coşkulu erkekler tarafında; yüksek volümle okunan dua, ilahi karışımı sesler geliyor.
Erkeklerin favorilerini
kesmeden uzatıp, lüle lüle kıvrılmış olarak şapkalarından sarkıtmış olduklarını
resimde de göreceksiniz. Kıyamet günü melekler, bu lülelerden tutarak cennete
götürecekmiş erkekleri. Meydanda erkeklerin
kıyafetlerini incelerken çok farklılıklar olduğu dikkatimi çekiyor. Örneğin
melon şapkaların boyu ve modeli farklı, giyilen uzun ceketlerin boyları, şekli,
düğme sayıları farklı, bazılarının bellerine bağladıkları uzun iplerin düğüm
sayıları farklı, bu iplerin ucundan sarkan değişik uzunluktaki iplerin renkleri
ve düğümleri farklı. Rehberimiz, bu farklılıkların hepsinin ayrı bir anlamı
olduğunu ve İsrail dışında yaşayan Yahudilerin, bulundukları ülkelerde
birbirlerini tanımak için kıyafetlerinde böyle şifreler taşıdıklarını söylüyor.
MERAKLISINA; Yahudiler “Batı Duvarı”,
Hristiyanlar “Ağlama Duvarı”, Müslümanlar ise Hz. Muhammed’in buradan miraca
yükseldiğine inandıklarından (zaten duvarın üstü ve arka tarafı Mescid-i Aksa) “Burak
Duvarı” olarak adlandırmakta.
Hz. Süleyman (MÖ. 970-931) Kudüs'te
Moriah Dağı üzerinde bir tapınak (I.
Tapınak) yaptırıyor. Bu tapınak, MÖ. 587 senesinde Babil Kralı Nebukadnezar
tarafından yıkılıyor ve Yahudiler Babil'e sürülüyorlar. Daha sonra Persler
Babil'i alıyor ve Yahudilerin Kudüs'e dönmelerine izin veriyorlar. Dönen
Yahudiler eski tapınağın yerine yeni bir tapınak yapıyorlar (II. Tapınak) (MÖ.
520-515). Bunu da MS. 70'de Romalılar yıkıyor ve Yahudileri onlar da
sürüyorlar. İşte Ağlama Duvarı denen yer, bu II. Tapınak’ın yıkılmadan kalan
batı duvarı. Yahudiler, kutsal saydıkları için, önünde durup dua ediyorlar.
Yaklaşık 485 m uzunluğunda olan
ağlama duvarı, toprak seviyesinin üstünde 24
büyük taş sırası ve yer altında kalan 19 taş sırasından meydana geliyor.
Yol üstünde Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı üstü oymalı
çeşmede durup, üzerindeki kitabeden kendini II. Süleyman olarak tanımladığını
öğreniyoruz.
Çarşıda, etnik gruplara ait küçük dükkanlarda yiyecek, tatlı,
kıyafet, ev aksesuarı, hediyelik ne ararsanız var. Ara sokaklar bizi Mescid-i Aksa’ya götürüyor. Kapıda Müslüman
askerler Müslüman olup olmadığımızı soruyor, tereddüt ettiklerini içeri
almıyor. Kapıdan girmeden önce kadınların kıyafetinin uzun ve başının kapalı
olması gerekiyor.
Mescid-i Aksa’yı altın kubbeli cami sanıyordum, değilmiş.
Geniş bir alan ve bir sürü yapı var burada. Mescid-i Aksa (uzak mescid)
bunların bütününün oluşturduğu bir yerleşkenin adı.
Mescid- i Aksa, Müslümanlar için önemli üç mescidden biri. Mescid-i Aksa, Mescid-i Nebevi (Medine)
ve Kabe (Mekke) ile birlikte üç harem bölgesinden biri olarak kabul edildiği
için "Harem-i Şerif" ya da
“Beyt'ül Mukaddes” olarak da adlandırılıyor.
Hz. Muhammed’in Hicret’inden
sonra, 17 ay süresince Müslümanların ilk kıblesi olan ilk kıble bölümü, hemen onun
yanında MS.636’da Hz. Ömer tarafından Kudüs’ün fethinden sonra yaptırdığı küçük
mescidin yerine yapılmış El Aksa camii,
caminin karşısında Emeviler tarafından muallak taşının üstüne yaptırılmış kubbesi
14 ayar altından Kubbet üs- Sahra,
bahçede de muhtelif eserler var.
Hz. Muhammed’in miraç esnasında
üstünde durduğuna inanılan taş olan “Muallak
Taşı”, Kubbet üs-Sahra’nın içinde. Kayanın
altında, binanın içinden taş bir merdiven ile inilen küçük bir mağara var.
Müslüman inancına göre, Hz. Muhammed bir gece Burak adlı atıyla Mekke’den
Mescid-i Aksa’ya gelmiş, bu mağarada diğer peygamberlere namaz kıldırmış, daha
sonra da bu taş üzerinden miraca çıkmıştır. İnanışa göre; miraç gecesi Hz. Muhammed
göğe yükselirken, üzerinde durduğu kaya parçası da onunla yükselmeye başlamış.
Taş, bir süre havada asılı kaldıktan sonra yere düşmüş, o yüzden adı “Muallak
Taşı”. Bir başka yorum da aslında Kudüs’ün tümünün “Muallak Taşı” olduğu
yönünde… Bu kaya parçasının aynı zamanda, Hz. İbrahim’in oğlunu Tanrıya kurban
etmek istediği esnada, oğlunu yatırdığı taş olduğuna da inanılıyor.
Kubbet üs-Sahra’nın dış cephesi, turkuaz
rengin hakim olduğu Osmanlı çinileri ile süslenmiş, iç kısımdaki ahşap
süslemeleri ve rengarenk mozaikleri, halıları, renkli camları ile aydınlatmanın
günün her saatindeki farklı dansı, ibadetinizi huşu içinde yapmanız için size
muhteşem bir fon sağlıyor.
MERAKLISINA; Kubbet-üs-Sahra, Müslümanların Muallak Taşı, Yahudilerin
ise “Başlangıç Taşı” dedikleri, İbrahimi dinlerce kutsal sayılan bir taş
üstüne, Emevi halifesi Abdülmelik devrinde 687-691 yılları arasında inşa
edilmiş, ortası kubbeli, sekizgen biçiminde bir bina. Binanın iç yüzeyi ve
kubbesi Kur'an sureleri ve çeşitli motiflerle süslenmiş.
Tarih boyunca bölgeye hakim olan tüm
Müslüman hükümdarlar, Kubbet-üs Sahra'ya büyük saygı gösterip binanın
bakımı ve onarımı ile yakından ilgilenmişler. Kubbet-üs Sahra, Eyyubi ve Memlük
sultanları tarafından çeşitli tarihlerde onarılmış. Kanuni Sultan Süleyman
zamanında, Kubbet-üs Sahra büyük bir onarımdan geçirilmiş ve dış cephesi
çinilerle kaplanmış. Osmanlı padişahlarından III. Murat, I. Abdülhamid, II.
Mahmud, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid devirlerinde de
onarılmış. II. Abdülhamid, binanın zeminini İran halıları ile döşetip, binanın
ortasına büyük bir avize astırmış ve eskiyen çinilerini yeniletmiş. 1927’de
Filistin’de meydana gelen depremde önemli ölçüde hasar gören Kubbet-üs Sahra,
Ürdün ve diğer Arap ülkeleri ile birlikte Türkiye'nin katkıları ile esaslı bir
şekilde onarılmış.
Haçlıların 1099 tarihinde Kudüs'ü
Müslümanlardan almalarından sonra, Kubbet-üs-Sahra kiliseye çevrilerek, binada
çeşitli değişiklikler yapılmış. Binanın kuzeyine Hıristiyan din adamları için
hücreler eklenmiş. Kubbesine haç yerleştirilmiş, kubbenin altındaki mağaraya da
ikonalar konmuş. 1187'de Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs'ü fethinden sonra Haçlılar
Döneminde yapılan bu değişiklikler kaldırılmış.
Yerleşkenin diğer tarafındaki “El
Aksa Camii” beş bin kişi alabiliyor.
Cami içinde, namaz kılanlar, Kuran okuyanlar, dini sohbet dinleyenler var, ama
içerisi bunların birbirini rahatsız etmeyeceği kadar büyük. 1951’de Ürdün Kralı Abdullah burada
öldürülmüş, 1969’da da cami kundaklanmış.
MERAKLISINA; Mescid-i
Aksa ya da El-Aksa Camisi, Mescid-i Aksa yerleşkesinde, başlangıçta Halife
Hz. Ömer tarafından yaptırılmış küçük bir mescitmiş. Daha sonra bunun yerine,
Emevi halifesi Abdülmelik tarafından daha geniş bir cami yapılmış. 746’daki bir
depremden sonra bu cami tamamen yıkılmış ve yerine Abbasi halifesi Mensur
tarafından 754’de yenisi yapılmış. Zaman içinde yapılan yenileme çalışmaları
ile dönemin iktidarları camiye ve çevresine kubbe, minber, minare, içyapı gibi yeni yapılar
eklemişler. 1099’da Kudüs’ün Haçlılar tarafından ele geçirilmesinden sonra, bu cami
de saray ve kilise olarak kullanılmış, fakat Selahaddin Eyyubi tarafından Kudüs
geri alınınca tekrar eski haline getirilmiş.
Camide ibadetimizi yapıp,
dualarımızı okuduktan sonra, içerdeki ve bahçedeki kadınların, “hüzünlü ve kaygılı”
bakışları dikkatimizi çekiyor. Bu mekanlar yakın geçmişte ve günümüzde saygı
sınırlarını aşan müdahalelere sahne oluyor çünkü…
Mescid-i Aksa yerleşkesinde; Kubbet-üs-Sahra ve El-Aksa Camisi dışında, havuz, açık hava minberleri ve sebiller gibi çoğu Memlükler ve Osmanlılardan kalma zarif bir çok yapı da bulunmakta.
Mescid-i Aksa yerleşkesinde; Kubbet-üs-Sahra ve El-Aksa Camisi dışında, havuz, açık hava minberleri ve sebiller gibi çoğu Memlükler ve Osmanlılardan kalma zarif bir çok yapı da bulunmakta.
Bugün Eski Kent
İsrail’in denetimi altında, ancak Mescid-i Aksa külliyesinin olduğu kısmın
giriş çıkışı ile bakım ve idaresi Filistin- Müslüman kontrolünde.
Çile Yolu
Mescid-i Aksa’dan
çıktıktan sonra, Hz. İsa’nın sırtında haç ile yürüyerek çıktığına inanılan çile
yolunda yokuşu tırmanmaya başlıyoruz.
Çile Yolu (Via Dolorosa) Müslüman Mahallesi’ndeki
Aslanlı Kapı’nın yanından başlıyor, 500 metre ve 14 durak (Hz. İsa’nın durduğu
yerler) gittikten sonra, Hıristiyan
Mahallesi’ndeki Kıyamet Kilisesi’nde son buluyor. Hz.
İsa’nın çarmıha gerilmek üzere ve sonradan üzerine çivileneceği çarmıhı
sırtında taşıyarak yürüdüğü yol burası. Çile Yolu’ndaki 14 durağın her
birinde duvarda bir levha asılı, bu yolda
yürümek Hıristiyanlar için çok özel bir anlam taşıyor. Günümüzde yolun
iki tarafında hediyelik eşya satan
dükkanlar var ve yolun karmaşasından bu küçük levhaları biri size göstermez ise
görmeniz zor.
MERAKLISINA; Hz. İsa (şimdi Gethsemani Kilisesi olan
yerde) yakalanıp
Antonio Kalesi’ne götürüldükten sonra, halkı ayaklanmaya kışkırtmaktan dolayı
alelacele yargılanıp ölüme mahkum edilmiş. Onunla alay etmek maksadıyla başına
dikenden bir taç takılmış, sırtına da gerileceği çarmıh yükletilerek, infazının
yapılacağı kent dışındaki Golgotha Tepesi’ne doğru yokuş yukarı yola
çıkartılmış. Yolda, yorulduğu, düştüğü için ya da başka nedenlerle 14 yerde
durmak zorunda kalmış.
İsa’yı ölüme götüren 14 durakta olanlar:
1. durak: İsa’nın Pontius Pilatus tarafından
mahkum edildiği yer.
2. durak: İsa’nın çarmıhı omuzuna aldığı
yer.
3. durak: İsa’nın çarmıhın ağırlığı altında
ilk kez düştüğü yer.
4. durak: Meryem’in oğlunu çarmıhıyla
birlikte geçerken izlediği yer.
5. durak: Simon of Cyrene’nin Romalı
askerler tarafından İsa’ya çarmıhı taşıması için yardım etmeye zorlandığı yer.
6. durak: Azize Veronica’nın mendiliyle
İsa’nın yüzünü sildiği ve İsa’nın yüzünün bir suretinin mendile geçtiği yer.
7. durak: İsa’nın ikinci kez düştüğü yer.
8. durak: İsa’nın kendisi için ağlayan
Kudüslü kadınları teselli ettiği ve onlara “Benim için ağlamayın, Kudüs için
ağlayın!” dediği yer.
9. durak: İsa’nın üçüncü kez düştüğü yer.
10. durak: İsa’nın soyulduğu yer.
11. durak: İsa’nın çarmıha çivilendiği yer.
12. durak: İsa’nın çarmıhta öldüğü yer.
13. durak: İsa’nın çarmıhtan indirildiği
yer.
14. durak: İsa’nın mezara konduğu yer.
Kutsal Kabir (Kıyamet) Kilisesinin içi son derece görkemli ve hac mekanı
olduğundan çok kalabalık. Hz. İsa’nın resimde gördüğünüz mermer taş üzerinde
öldüğüne (ya da göğe yükseldiğine)
inanılıyor. Bu taş üzerinde öldükten sonra, arkalardaki mağaralara
konulmuş cenaze. Ertesi gün annesi Hz. Meryem, oğlunun öldüğüne inanmadığını ve
görmek istediğini söyleyince mağara açılmış ama boş olduğu görülmüş. Bu esnada,
dünyanın birçok yerinde Hz. İsa’nın görüldüğüne inanılıyormuş. MS. 326 yılında,
bu taşın olduğu yere yapılmış kilise.
Tüm Hıristiyan mezhepler, bu
kilisenin yönetiminin kendilerine olması gerektiğini düşündüğünden, her dönemde
ciddi tartışmalar yaşanmış. Bu çatışmayı engellemek için Kilisenin ana giriş
kapısının anahtarı, Hz. Ömer’in Kudüs’ü fethinden beri iki Müslüman ailede
bulunuyor ve sabah akşam bu ailenin günümüzdeki çocukları kapıyı kilitliyor ve
açıyor. (Doğu Kudüs’lü Filistinli Müslüman Joudeh ve Nuseybe ailesi)
Doğuş Kilisesi Bethlehem
Kudüs’ün yaklaşık 10 km dışında, Filistin yönetim bölgesinde yeralan Doğuş Kilisesine (Church
of Nativity) giderken, kontrol noktalarından geçiyoruz.
Şehrin içinde örülmüş duvarları ve diğer tarafa geçmek için askeri kontrol
noktalarını görünce ürperiyoruz. Rehberimiz şehri “terörden” korumak için bu
yöntemin uygulandığını söylüyor.
Doğuş Kilisesi’nin
altında 12 metre uzunluğunda, 3 metre eninde Doğuş Mağarası bulunuyor. Hz. Meryem’in doğum yaptığı
yerde, 14 köşeli bir Beytlehem yıldızı var. Üzerinde de “Hic de Virgine Maria
Jesus Christus natus est” (İsa Meryem’den burada doğdu) yazılı. Mağaranın bir
yanında da, İsa’nın doğduktan sonra beşik niyetine konduğu yemlik buluyor.
MERAKLISINA; Bethlehem’in içinde ve çevresinde
çoğunluğu Müslüman olan 70.000 civarında insan yaşıyor, ancak çoğu Ortodoks
olan önemli miktarda Hıristiyan da varmış. Doğuş Kilisesi, Roma'nın ilk
Hıristiyan İmparatoru I. Konstantin'in, annesi Helena tarafından, Hz.İsa'nın
doğduğu yer olduğuna inanılan mağaranın üstüne kurulmuş. MS. 339’da tamamlanan
kilise, MS. 529’daki Samiri İsyanları sırasında yakıldığından Bizans İmparatoru
Jüstinyen tarafından 565’de aslına bağlı kalınarak yeniden yaptırılmış. Doğuş
Kilisesi, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan Filistin Yönetimi’ndeki
ilk sit alanı.
Bethlehem’den dönerken
tekrar kontrol noktalarından geçiyoruz. Duvarlar ve dikenli teller den geçip
Kudüs’e giriyoruz. Akşam hava kararmış, Haas Gezinti Yeri ve Barış Parkı olarak adlandırılan tepe üzerindeki bir seyir
terasından; hem Doğu Kudüs hem Batı Kudüs’ü izliyoruz.
1967’deki Altı Gün Savaşının, Ürdün
askerlerinin İsrail askerlerine bu tepelerde ateş açması sonucu başladığını
öğreniyoruz rehberimizden.
Gezinti yerlerinden
aşağıya doğru Barış Ormanı uzanıyor. Bu orman Altı Gün Savaşı’nın sonunda,
Yahudi Ulusal Fonu tarafından kurulmuş. Kudüs’ün doğu ve batı kısımlarının
1967’de yeniden birleştirilmesini simgeliyormuş. Kudüs Belediyesi, bu ormanda
kentte doğan her çocuk için bir fidan dikiyormuş.
İsa’nın Son Akşam Yemeği’ni
Yediği Yer ve Kind David Mezarı
Siyon kapısından geçerek, İsa’nın
Son Akşam Yemeği’ni yediği yere gidiliyor. Hz. İsa’nın havarileriyle birlikte
Son Akşam Yemeği’ni yediğine inanılan yerde şimdi Haçlılar Döneminden kalma iki
katlı bir bina var.
Üst kat (üst oda), Hz. İsa’nın Son Akşam Yemeği’ni yediği (bu yemekten sonra Getsemani bahçelerine gitmiş ve tutuklanmıştı), ölümünden sonra da havarilerinin zaman zaman bir araya geldikleri yer olarak kabul ediliyor.
MERAKLISINA; Son akşam yemeği veya son yemek adıyla bilinen, 15. yüzyılda Leonardo da Vinci tarafından, Duke Lodovico Sforza'nın isteği üzerine yapılmış fresk bu olayı anlatmaktadır. Fresk İtalya^nın Milano şehrinde Santa Maria delle Grazie Kilisesinin duvarında yer almakta
Binanın alt katında ise King David’in mezarı bulunuyor. (peygamber olarak değil kral olarak kabul ediyorlar, zaten Yahudiler Hz. Musa dışında peygamber kabul etmiyorlar. “Nuh diyor peygamber demiyor” lafı da buradan geliyormuş)
Kadınlar ve erkekler ayrı taraflardan giriyor ve kadınların başını örtmesi, erkeklerin ise kippa denilen küçük takkeleri takması gerekiyor. Kadınlar kısmı sakin, duamızı edip çıkıyoruz. Erkekler kısmından ise coşkulu dua, ilahi ve müzik sesleri geliyor, fotoğraf makinelerimizi gruptaki erkek arkadaşlara verip bizim için de görüntü almalarını rica ediyoruz.
Bina bir kilise iken Osmanlılar
tarafından camiye çevrilmiş. Şimdi ise ne kilise ne de cami. Biz oradayken
Yahudiler akşam duası yapıyorlardı.
Nazareth – Nasıra
Nazareth – Nasıra
İsrail’in kuzeyinde yer alan Hıristiyanlar için en önemli hac
merkezlerinden biri Nasıra. Hz. İsa’nın doğum yeri Bethlehem olmakla birlikte çocukluğunun ve gençliğinin
geçtiği yer burası, bu nedenle “Nasıralı İsa” olarak anılıyor.
MERAKLISINA; Nazareth Hıristiyanlığın beşiği. İsa
çocukluğunu ve gençliğini orada geçiriyor. Ancak vaazlarına başlayınca,
“Çocukluğunu bildiğimiz kişi şimdi bize vaaz veriyor” diye küçümseniyor. O da
Tiberias’a giderek vaazlarına orada devam ediyor ve kendisini orada kabul ettiriyor.
Müjde Kilisesi, Hz. Meryem’in çocukluğunun geçtiği ve hamile olduğu müjdesinin verildiğine inanılan evin kalıntılarının üzerine, 1969 yılında yaptırılmış. Binanın alt katında Müjde Mağarası var.
İç ve dış mekanında beyaz rengin hakim olduğu kilisenin içinde, vitray camlar ile çok yumuşak bir aydınlatma yaratılmış.
Kilisenin tavanı ters çevrilmiş nilüfer ya da zambak şeklinde tasarlanmış ve Hz. Meryem’in masumiyeti sembolize edilmiş.
Kilise
yaptırılırken, tüm Hıristiyan ülkelerden Hz. Meryem ve Hz. İsa’nın tablolarını
yaparak göndermeleri istenmiş. Bazı tablolarda
Hz. Meryem ve Hz. İsa siyahi olarak resmedilmiş, üstteki resim ise Uzak
Doğu’dan gelmiş ve Hz. Meryem ve Hz. İsa’yı çekik gözlü olarak tasvir ediyor.
Yardenit,
kuzey İsrail’in Celile bölgesinde ve Ürdün Nehri kıyısında, Hıristiyan
hacıların geldiği bir vaftiz yeri.
Hıristiyanlar,
vaftiz ile günahlarından arındıklarına inanıyorlar. Doğum sonrası vaftizin
bilinçli bir seçim olmadığını düşünen bazı Hıristiyanlar, yetişkin yaşlarında
özgür tercihleri ile buraya gelip rahip denetiminde soğuk suya dalıp tüm
günahlarından arındıklarına inanıyorlar. Tesadüf eseri bu törene tanıklık
ediyoruz.
MERAKLISINA; Hıristiyan inancına göre, Hz. İsa aslında Ölü Deniz’in
kuzeyinde ve Jericho’nun doğusunda bulunan Kasr el Yahud’da vaftiz edilmiş.
Kasr el Yahud, yüzyıllar boyunca hacılar için en önemli vaftiz yeri olmuş ve
yakınında birçok manastır ve konukevi yapılmış. Altı Gün Savaşı’ndan sonra tam
İsrail-Ürdün sınırında kaldığı için İsrail Turizm Bakanlığı aynı işlevi görmek
üzere 1981’de Yardenit’i kurmaya karar vermiş. Sonuçta, Yardenit, 2011’de Kasr
el Yahud’un yeniden açılmasına kadar nehrin İsrail yakasındaki tek nizami
vaftiz yeri olarak kalmış.
Ertesi gün, kaya çölü
olarak tanımlanan göz alabildiğine çıplak taş kaya görüntüleri içinde uzun bir
yolculuk başlıyor.
Çöl kumlardan oluşur
sanıyordum, ama kaya çölü de oluyormuş, hiç
bitki örtüsünün olmadığı kayalar bir süre sonra bunaltıcı olabiliyor.
Ama neyse ki develer var.
Musa peygamberin mezar
yeri bilinmiyor. Tevrat’ta Musa’nın Ürdün Nehri’nin öteki yakasındaki Nibu
Dağı’nda ölüp gömüldüğü söyleniyormuş. Müslümanlar, Selahaddin Eyyubi’nin
rüyasında Musa’nın mezarını gördüğünü, bu nedenle Musa’nın onuruna boş bir
mezarla, mezarın üstüne bir cami yaptırdığına inanıyorlar. Bu nedenle Nebi Musa
Makamı, Selahaddin Eyyubi zamanından beri bir hac yeri.
Şimdiki ana yapılar; cami, minare
ve kimi odalar, 1269’da Memlük sultanı Baybars tarafından yaptırılmış. Bugün
Nebi Musa Makamı’nın yönetiminden ve bakımından Filistinliler sorumlu.
Ölü Deniz Yazıtları
Nebi Musa Makamı’ndan Ölü Deniz’e
doğru ilerlerken, yamaçlardaki bir mağaraya dikkatimizi çekti rehberimiz ve
bunun Ölü Deniz Yazıtlarının bulunduğu mağaralardan biri olduğunu söyledi. İlk Ölü Deniz Yazıtları, 1947
yılında Ölü Deniz kenarında Bedevi bir çocuk çoban tarafından kaybolan
hayvanlarını ararken girdiği bir mağarada bulunmuş. Bu yazıtların bilim çevrelerinin
eline geçmesiyle başlatılan ve 10 yıl süren aramalar sonucunda, 11 mağarada 800
kadar yazıt daha ortaya çıkarılmış. Bunlar arasında parçalanmış ve okunamaz
olanlar da varmış.
Yazıtların çoğu deri üzerine
yazılmış olmakla birlikte papirüs ve bakır üzerine yazılmış olanları da varmış.
Yazı dili başta İbranice olmak üzere Aramice ve Yunanca imiş. Ölü Deniz Yazıtları
Kudüs’teki İsrail Müzesi’nde sergileniyor.
Masada
UNESCO Dünya Kültür
Mirası Liste’de yer alan Masada ulusal bir park. Telefirikle kayalardan oluşmuş
bir tepeden yukarı çıktığınızda, göz alabildiğine bir çöl manzarası ve çölün
bittiği yerde Ölü Deniz görülüyor.
MÖ. 30 yılında Yahudi kralı Herod tarafından kışlık bir dinlenme yeri olarak yaptırılmış. Günümüzde, Herod’un üç katlı lüks sarayının sadece kalıntıları bulunmakta. Saray kalıntılarının içinde gezerken, çöl manzarasının da verdiği etkiyle “ölümden kaçmak için sığınılmış” yapay bir yerleşim yerinde, umutsuzluğun ve çaresizliğin kokusunu alıyorum. Şimdi buranın keyfini kuşlar sürüyor.
MÖ. 30 yılında Yahudi kralı Herod tarafından kışlık bir dinlenme yeri olarak yaptırılmış. Günümüzde, Herod’un üç katlı lüks sarayının sadece kalıntıları bulunmakta. Saray kalıntılarının içinde gezerken, çöl manzarasının da verdiği etkiyle “ölümden kaçmak için sığınılmış” yapay bir yerleşim yerinde, umutsuzluğun ve çaresizliğin kokusunu alıyorum. Şimdi buranın keyfini kuşlar sürüyor.
MERAKLISINA; Masada’yı ünlü yapan MS. 68’de başlayan Yahudilerin Romalılara karşı ayaklanmaları imiş. Romalılar MS. 70’te isyanı bastırarak II. Tapınak’ı yıkıp, Yahudileri Kudüs’ten sürmüşler. Ancak Eleazer Ben Yair komutasındaki bir grup Yahudi kaçarak Masada’ya gelip orayı ele geçirmiş. Daha sonra, onları oradan atmak için 8.000 kişilik bir Roma ordusu Masada’yı kuşatmış. O sırada kalede, erkek kadın ve çocuk toplam 960 kişi varmış. Bunlar, Romalılara karşı kahramanca karşı koymuş ve uzun bir süre direnmişler. Ancak sonunda, Romalılar tepeye 70 metre daha yakın olan batı tarafta bir rampa yaparak dik kaleye ulaşmayı başarmışlar. Bunun üzerine Ben Yair halkını etrafına toplayarak “ölümü köleliğe yeğleme” zamanının geldiğini söylemiş. Kura ile 10 kişi seçilmiş. Bu on kişi önce diğerlerini, sonra da içlerinden biri geri kalan 9 kişiyi ve kendini öldürmüş. MS. 1. yüzyılda yaşamış Romalı Yahudi tarihçi Titus Flavius Josephus’ın anlattığına göre, Romalılar kaleyi ele geçirdiklerinde, canlı kalabilmiş sadece iki kadın ile üç çocuk bulmuşlar.
Ölü Deniz - Lut Gölü
Masada’dan tepeden indikten sonra
Ölü Deniz’in suyundan elde edilmiş bir mineral karışımıyla güçlendirilmiş kozmetik
ürünlerin satıldığı mağazada alış veriş yapılabiliyor.
Daha sonra da otobüsle Ölü Deniz
kıyısında bir plajda mola veriyoruz
Deniz seviyesinin 427 metre altında
dünyanın en çukur yeri burası. (yolda gelirken deniz seviyesinde sea level den
geçmiştik, şimdi o seviyeden aşağıdayız) Ölüdeniz ya da Lut Gölü, mineralli ve şifalı
suları nedeniyle turistik cazibe merkezi görünümünde.
Tevrat’ta (ve diğer Kutsal Kitaplarda), yeryüzünden silinişleri anlatılan Sodom ve Gomorra şehirlerinin, Siddim vadisi denilen ve Lut gölünün en alt ucunda bulunan çevrede olduğu iddia edilmekte. Yani geçmişte, Lut kavminin yok edildiği, kıyametlerin koptuğu, volkanik patlamaların yaşandığı yerlerde denizi seyretmek tuhaf bir korku duygusu hissettiriyor.
Tevrat’ta (ve diğer Kutsal Kitaplarda), yeryüzünden silinişleri anlatılan Sodom ve Gomorra şehirlerinin, Siddim vadisi denilen ve Lut gölünün en alt ucunda bulunan çevrede olduğu iddia edilmekte. Yani geçmişte, Lut kavminin yok edildiği, kıyametlerin koptuğu, volkanik patlamaların yaşandığı yerlerde denizi seyretmek tuhaf bir korku duygusu hissettiriyor.
Ein Gev Kibutzu
Kibutzlar, Sovyetlerdeki kolhoz
(Rus yazar Mihail Şolohov’un romanlarında uzun uzun anlattığı kolhozlar)
yapılanmasına benzer üretim çiftlikleri. İsrail kurulurken farklı ülkelerden
gelen, farklı kültürel donanıma, bilgi birikimi ve mesleğe sahip (örneğin köy kökenli olup sadece çiftçilikten
anlayanlar, yüksek mühendislik bilgisine sahip olanlar, fizikçiler, doktorlar,
piyano, keman çalanlar gibi)
Yahudilerin bir arada yaşayarak, hem kaynaşmaları hem de üretim güçlerini artırmaları için düşünülmüş. Her ailenin evi var, ama kişisel mülkiyet yok, yemekler kibutzun sosyal alanlarında yeniyor. Çocuklar kibutzun okulunda hem eğitim alıyor, hem de orada yatıyor. Sağlık ve her türlü ihtiyaç kibutzun kaynakları ile karşılanıyor. Her kibutzun ayrı birkaç üretim alanı var ve bunların getirisi ortak olarak kullanılıyor.
Yahudilerin bir arada yaşayarak, hem kaynaşmaları hem de üretim güçlerini artırmaları için düşünülmüş. Her ailenin evi var, ama kişisel mülkiyet yok, yemekler kibutzun sosyal alanlarında yeniyor. Çocuklar kibutzun okulunda hem eğitim alıyor, hem de orada yatıyor. Sağlık ve her türlü ihtiyaç kibutzun kaynakları ile karşılanıyor. Her kibutzun ayrı birkaç üretim alanı var ve bunların getirisi ortak olarak kullanılıyor.
Zaman içinde bu yapı değişmiş,
çocuklar aileleri ile kalmaya başlamış, okuyan gençler buraya dönmeyip
büyükşehirlerde yaşamayı tercih etmiş, özelleştirmeler başlamış.
Ein Gev kibutzunun içinde ufak
lokomotiflerden oluşan bir tren ile geziyoruz, yaklaşık 500 kişinin yaşadığı
kibutzun ana gelir kaynağı tarım ve turizm. Muz ve süt sığırı yetiştiriciliği
yapılmakta.
Tek katlı müstakil evler ve modern arabalar görünüyor sokaklarda.
MERAKLISINA;
Konu ilginizi çekiyorsa,Kibbutzlar, Nuran TAŞLIGİL ve Güven ŞAHİN'in çaışmaları daha geniş bilgi vermektedir. tıklayınız
Akka
Akka UNESCO Dünya Kültür Mirası
Listesi’nde yer alan bir sahil kenti. Akka Limanı, dünyanın en eski
limanlarından biri. Haçlılar burayı Ortaçağ’ın en büyük limanı haline
getirmişler. İpek yoluyla Asya’dan getirilen mallar bu limandan deniz yoluyla
Avrupa’ya gönderilirmiş. Yani eski medeniyetlerinde derdi başı ticaret ve
ticaretin güvenliği olmuş. Bu ticaretlerin sonunda Avrupa zengin olurken, ürün
alınan Asya coğrafyası nedense bir türlü refah, huzur ve istikrara kavuşamamış.!
Tunus Sinagogu
Bütün İsrail gezisinde bir çok dini
mekan gördük, ama sinagog olarak sadece Akka’da Tunus’luların yaptırmış olduğu
sinagogu görme imkanımız oldu.
Bu dört katlı binanın iç ve dış duvarları doğal taşlar kullanılarak yapılmış ve duvar mozaikleri ile süslenmiş.
Tevrat’ta anlatılan Yahudi halkının ve İsrail’in tarihi ile ilgili öyküler, sanki bir filmin perdeye yansıtılması gibi, bu mozaiklerle sinagogun duvarlarında ve taban zemininde gösterilmiş. Yahudilikte resim ve heykel yasak olduğu için, özellikle kutsal mekanlarda, daha çok soyut betimlemeler kullanılmaktaymış.
Paşa Cami 1781’de Cezzar Ahmet Paşa tarafından yaptırılmış. Cezzar Ahmet Paşanın ve kendinden sonra gelen Süleyman Paşanın mezarları caminin bitişiğindeki türbede bulunuyor.
Caminin içi ve dışındaki yapılar ince bir zevkin ürünü. Bu camiden çıktıktan sonra, Cezzar Ahmet Paşa ve Süleyman Paşanın türbelerinde bir Fatiha okuduk,
Caminin çıkışındaki meydanda turşu ve zeytin ile damak çatlatan lezzete sahip humus ve falafel yedik, sonra kaleye doğru yola çıktık.
Akka Kalesi
MS. 12. Yüzyılda
Kudüs’e gelen Hıristiyan hacıları korumak ve hasta olanları tedavi etmek
amacıyla kurulan ve sonradan Malta Şövalyeliği adı ile de bilinen geniş bir
şövalye yapılanmasının yaptığı kale burası.
İçerde ışıklandırılmış dehlizler, merdivenlerle ulaşılan küçük odalar bulunuyor. Geçmişte bu mekanlarda neler yaşandığını dinlerken karanlık, karamsar bir ruh hali sarıyor içimi ve bunaldığımı hissediyorum.
İçerde ışıklandırılmış dehlizler, merdivenlerle ulaşılan küçük odalar bulunuyor. Geçmişte bu mekanlarda neler yaşandığını dinlerken karanlık, karamsar bir ruh hali sarıyor içimi ve bunaldığımı hissediyorum.
MERAKLISINA; Bu kale, Haçlılar zamanında Hospitalier
(St. Jean) Şövalyelerince yapılmış olan kalenin temeli üzerine, kuzey duvarını
güçlendirmek ve karadan gelecek saldırılara karşı kenti daha iyi korumak
amacıyla yapılmış bir Osmanlı kalesi. İngiliz Mandası sırasında hapishane ve
idam yeri olarak kullanılmış.
Napolyon, Mısır’dan çıkarak El-Ariş, Gazze
ve Yafa'yı aldıktan sonra Mart 1799'da Akka önüne gelmiş, iki ayı aşkın bir
süre kenti kuşatmış, ancak Osmanlı Donanması ve Nizam-ı Cedid Ordusundan destek
gören Cezzar Ahmet Paşanın güçlü savunması karşısında başarılı olamayarak, 21
Mayıs 1799'da Akka'dan çekilmek zorunda kalmış. Nopolyon’un başarısızlığında
Cezzar Ahmet Paşanın kent surlarını daha önceden güçlendirmiş olmasının büyük
etkisi olmuş .
Kale içini gezdikten sonra, yan
tarafındaki bir Türk pazarından geçiyoruz. Sedirler, fesler, nargileler,
cafeler falan derken; kalenin bir yer
altı tüneline bağlanan kapısından geçip tünele giriyoruz. Tünelin içerisi loş
ve nemli, tahta yürüme yolundan ilerlerken uzakta çıkış kapısının görünmesi
sevindirici geliyor.
Limandan da görülebilen Saat kulesi, II. Abdulhamid’in tahta çıkışının yirmi
beşinci yıldönümü anısına yapılmış ve üstündeki Osmanlı arması çok ihtişamlı.
Yine ve yeniden gururlanıyoruz bu zarif kule karşısında.
Akka, Bahailik açısından da önemli bir yer. Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık gez gez doymadınız mı, Bahailik de nereden çıktı demeyin, az sonra Hayfa’daki eşi benzeri olmayan dünyanın sekizinci harikası olarak tanımlanan, Bahai bahçelerine gideceğiz. Ama bu dinin en kutsal yerlerinden biri Akka.
Akka, Bahailik açısından da önemli bir yer. Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık gez gez doymadınız mı, Bahailik de nereden çıktı demeyin, az sonra Hayfa’daki eşi benzeri olmayan dünyanın sekizinci harikası olarak tanımlanan, Bahai bahçelerine gideceğiz. Ama bu dinin en kutsal yerlerinden biri Akka.
MERAKLISINA;. Akka ve civarında birçok Bahai kutsal
yeri varmış. Bunlar Osmanlı Döneminde Bahai dininin kurucusu Bahaullah’ın Akka
Kalesi’nde hapsedilmesinden sonra kutsallık kazanmış yerlermiş. Resmen hala
Osmanlının bir mahkumu olsa da Bahaullah son yıllarını Akka dışındaki Behci
Köşkü’nde geçirmiş. 29 Mayıs 1892’de Behci’de ölmüş. Köşkün bitişiğinde bulunan
“Hz. Bahaullah’ın Makamı” olarak bilinen küçük binada gömülmüş. Bu Makam,
Bahailer için dünya üzerindeki en kutsal yermiş ve her gün namaz kılarken
yüzlerini o yöne dönüyorlarmış.
Hayfa
Akka’dan sonra Hayfa’ya geldik. Hayfa, İsrail’in Akdeniz
kıyısındaki başka bir limanı ve aynı zamanda önemli eğitim, ticaret ve sanayi
merkezlerinden birisi. UNESCO Dünya Kültür
Mirası Listesi’ne giren Bahai Dünya Merkezi de Hayfa’da.
Bahai Dünya Merkezi ve
Bahçeleri
Bir tepe düşünün, tepenin tümü
19 terasa bölünmüş ve her teras birbirinden farklı ağaçlar ve çiçekler ile
bahçeye dönüştürülmüş.
Bahçenin girişinde genç Bahailer sizi karşılıyor, broşür alabiliyorsunuz ama, içeri girerken elinizde yiyecek ve özellikle ağzınızda sakız olmaması gerektiği konusunda ikaz ediliyorsunuz. İçeri girdikten sonra bahçe düzenlemesinin, her baktığınız yerde ayrı bir tablo oluşturduğunu görüp şaşırıyorsunuz.
Bir yandan bahçeyi keşfetmeye çalışıyorum, bir yandan da ağaçların
arkasından görkemli bir zarafetle duran Bab’ın makamına yaklaşıp Bahai komşularım
adına dua ediyorum.
Bu bahçenin her katının ve
bütününün fotoğraf ile yansıtılması zor. En üst terastan kuş bakışı olarak bahçeler,
Hayfa şehri ve sonra deniz görünüyor.
Kutsal Kitapları: Temel yasaları ve din kurallarını
içeren Kitab-ı Akdes, İkan Kitabı (Tevrat, İncil ve
Kuran'daki bazı ayetlerin açıklamasını ve bazı ilahiyat konularını içeren bir
kitap), Saklı Sözler, Kurdun Oğlu Risalesi gibi kitaplar.
Bahailer, tüm dinlerin kutsal kitaplarının tek bir sistemin parçaları ve
insanlığın ortak dinsel mirası olduklarına, kutsallıklarını yitirmediklerine
inanıyorlar.
Bab’ın Makamı 1953’de yapılmış.
Kubbesi 40 metre yüksekliğinde. 14.000 adet altın kaplamalı tuğla ile örtülmüş.
Duvarları İtalyan mermerinden, sütunları granitten yapılmış. Makam’ın, dünyadaki
en önemli dokuz dini temsil eden dokuz yan yüzü varmış. Yönetim ve arşiv
binalarının da aralarında bulunduğu birçok bina tarafından çevrelenmiş.
Makam’ı kuşatan bahçeler, Bahai inancına
göre tasarlanmış olup Kermil Dağı’nın yamaçlarıyla uyum içinde. Bahçeler,
yamaçlar boyunca 19 teras halinde uzanıyor. En üstte sekiz uçlu yıldızın
bulunduğu Pers Bahçeleri yer alıyor.
Bahçeler, merkezdeki Makam’dan
dışarıya doğru yayılan dalgalar gibi, iç içe dokuz daire biçiminde tasarlanmış.
Buralarda çeşmelerin, çalılıkların ve geniş çim alanlarının yanında madenden ya
da taştan yapılmış eserler de bulunuyor. Bu bahçelere “Dünya’nın Sekizinci
Harikası” da denmekteymiş.
Caesarea
Caesarea antik kenti, bölgeye Romalılar egemenken Kral Herod tarafından MÖ 37-4 yılları arasında kurulmuş. Roma imparatoru Augustus Caesar onuruna da Caesarea olarak adlandırılmış.
Caesarea’da Roma döneminden kalan
antik kenti görmek ve güneşin batışını izlemek için geldiğimiz deniz kenarında
bir sürpriz bekliyordu bizi.
Antik kentte yapılan bir Yahudi
düğün törenine şahitlik ettik. Yahudi nikahında tören alanının üstünün kapalı
olması gerekiyormuş. Çok şık giyimli erkek ve kadınlar vardı, ellerindeki küçük
kutsal kitaplarından dua okuyorlardı. Kadınlar koyu renk tuvaletler giyinmişti,
erkeklerin başında kippa vardı. Din görevlisi nikahı kıydıktan sonra, damat elindeki
kadehten bir yudum şarap içti ve geline de bir yudum içirdikten sonra, bardağı
yere atıp ayağı ile kırdı ve “ Ey Kudüs seni unutursam sağ elim kurusun” diye coşkuyla
bağırdı.
MERAKLISINA; Bu ifadenin, Babil sürgünü sonrası Yahudilerin;
Babil nehirleri kenarında oturarak
vatanlarını hatırlamak için ettikleri yeminin tekrarı olduğunu öğrendik:
Ey Kudüs, seni unutursam, sağ elim
işlemez olsun. Seni hatırlamazsam, seni en yüksek sevincimin üstünde tutmaz
isem, dilim damağıma yapışsın (Mezmurlar 137:5-6).
Yafa
Sonraki gün gittiğimiz Yafa, ayrı bir şehir olmakla birlikte Tel Aviv’in
hemen yanında adeta mahallesi gibi. Yafa, hac yolu üzerinde olduğu için,
geçmişte hem Müslümanlık hem Hıristiyanlık hem de Yahudilik için önemli bir
kent olmuş.
Eski sokaklarda gezerken kendinizi bazen orta çağda, bazen modern bir
Akdeniz limanında hissediyorsunuz. Daracık ara sokaklarda küçücük dükkanlar
var.
Bu dükkanların bazısı bit pazarı niteliğinde, bazısı ise çok çok pahalı
modern tasarım ürünler ya da takılar satan butik dükkanlar.
Bir ara sokakta ise yafa portakalı ağacı var. Bu da tasarım bir eser, ama portakal ağacı canlı. Yerden yüksekte, teller ile yukarıya tutturulmuş büyük bir saksının içinde, canlı portakal ağacı; Yahudilerin kendi topraklarında olmasalar bile yaşamlarını sürdürebildiklerini sembolize ediyormuş.
Bu tren istasyonu II. Abdülhamit zamanında yapılan Yafa-Kudüs demiryolu projesinin bir parçası. Son derece görkemli, ancak günümüzde tren istasyonu olarak kullanılmıyor.
İçindeki eski binalar, küçük dükkanlar ya da cafe olarak
kullanılıyor. Tren raylarının geçtiği orta kısımda ise açık pazar alanı var.
Tel Aviv
Tel Aviv 1920 lerden sonra
kurulmuş, yeni modern bir metropol. Günümüzde önemli bir iş ve ticaret merkezi
.
Kentin bir yanı deniz ve kumsal, ama yol bu
kumsalın hemen dibinden geçmiyor, yani insanların yürüyebildiği, paten ya da
bisiklete binebildiği bir bölüm var. Ama siz yolda arabanız ile giderken gene
deniz manzarasını seyredebiliyorsunuz.
Kentte; renkli ve canlı pazarlar,
modern alışveriş merkezleri, ileri teknoloji şirketleri ve borsa bulunuyor. Gecesi
de gündüzü de hareketli. Tel Aviv Kudüs’e göre çok daha seküler bir şehir,
“günahkarların kenti” de deniliyormuş katı Yahudiler tarafından.
Burası sokak aralarına kurulan Carmel pazarı. Son derece değişik sanat
eserlerini sokaktan satın alabiliyorsunuz. Pahalı ama başka yerde pek
bulamayacağınız el işi, seramik, vitray, cam, resim, heykel gibi ürünler var.
Sanatçılar kendi eserlerini satıyorlar. Canlı müzik yapan sanatçıları da
dinleyebiliyorsunuz pazarı gezerken.
Tel Aviv’de Cuma günü öğleden sonra geziyorduk, ama hava kararmadan otelimize dönmek zorundaydık. Çünkü şabat başlıyordu. Dükkanlar kapandı, sokaklarda şık ve temiz giyimli ellerinde çiçekler olan insanlar, akşam yenecek şabat aile yemeği için hızlı hızlı yürüyerek gidecekleri yere varmaya çalışıyorlardı. Zaten hava karardıktan sonra araba kullanmak da yasak, sadece araba değil teknolojik tüm aletler cumartesi akşamına kadar kullanılmıyor.
Otele vardığımızda bu uyarıyı gördük. Şabat süresince asansör düğmelerine
de basılmadığı için, asansör her katta duruyor, kapısı açılıyor, inen binen
olmazsa kapanıp diğer kata geçiyor. Restaurantda tüm yemekler elektrikli
ısıtıcıların üstüne konmuştu, ocaklara da el sürülmediği için. Evlerde de
cumartesi akşamına kadar tüm lambalar ve televizyon açık tutuluyormuş şabat
süresince.
MERAKLISINA Şabat, cuma günü güneş batınca başlar, cumartesi
günü güneş batıncaya kadar devam eder. Cuma akşamları akraba ya da komşularla
şabat yemeği yenir. İnsanlar “şabat şelom” (şabatınız kutlu olsun) diye
birbirlerinin şabatını kutlarlar.
Yahudiler Tanrı’nın dünyayı 6 günde
yarattığına, 7. gün ise dinlendiğine, şabatın kendilerine Tanrı’nın bir
armağanı olduğuna inanırlar. Onlara göre şabat kutsal bir gündür ve o gün
çalışmak kesinlikle yasaktır. Şabatta dinlenilir, Tevrat okunur ya da sinagoga
gidilerek dua edilir. Ateş ve elektrik yakılmaz, bundan dolayı yenecek yemekler
bir gün önceden hazırlanır. Hiçbir araç gerecin düğmesine bile basılmaz.
Şabat sabahında kalkıp
hava alanına gittik ama, şabat nedeniyle çok yavaş işliyordu her şey. Sorun
çıkmadan uçağımıza binip dönerken, düşünme zamanıydı artık.
Sadece yorgunluktan
değil, ama kısa sürede yüksek doz maruz kaldığım yoğun dini ve tarihi bilgi ile
kafamın bulanıklaştığını hissettim. Ama bu bir tek bana olmamış, Psikiyatrist Heinz Herman tarafından
tanımlanmış bir hastalık varmış “Kudüs
sendromu”; Kudüs’ü
tanımaya çalışırken insan bazen o dayanılmaz büyüye ve çekiciliğe öyle kendini
kaptırıyormuş ki “Kudüs sendromu” denen bir problem çıkıyormuş ortaya: dini
halüsinasyonlar, takıntılar da olabiliyormuş (şükür ben de olmadı) ama, şehirden
ayrılınca her şey normale dönüyormuş.
Ben normale döndüm, ama
bir yanım hep buruk kaldı, şimdi nerede Kudüs’ü hatırlatan bir şey görsem
duysam; o coğrafyada yaşayan tüm acılı ve mağrur anneler ve kendim için
“ayaklarıma Kudüs gücü” diliyorum…
Anneler ve Kudüsler şiiri- Nuri Pakdil
III
Tûr Dağı'nı yaşa
Ki bilesin nerde
Kudüs Ben Kudüs'ü kol saati gibi
taşıyorum
Ayarlanmadan Kudüs'e
Boşuna vakit geçirirsin
Buz tutar
Gözün görmez olur
Gel Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar
Adam baba olunca İçinde bir Kudüs
canlanır
Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin
Kaynakça
-İsrail Hakkında
Gerçekler
İSRAİL
ENFORMASYON MERKEZİ
Yayına hazırlayan: Ruth Ben-Haim (esas yayın 2003)
Kudus, İsrail, 2008
Bu kitapcığın nushaları İsrail’in diplomatik misyonlarından
temin edilebilir.
-Mehmet Demirtaş- İsrail Gezi Notlarım
-Wikipedia
-http://www.aljazeera.com.tr/blog/kudus-sendromu
-http://www.diplomat.com.tr/atlas/sayilar/sayi3/sayfalar.asp?link=s3-6.htm
-http://www.turkyahudileri.com/content/view/262/223/lang,tr/
Tebrikler Neriman hanım,
YanıtlaSilÇok güzel bir gezi yazısı. Tarihi sahneler ve bunlara dair açıklayıcı kronolojik bilginin yanı sıra meraklısına yönelik "miş" li aktarımlar da çok yerinde ve güzel olmuş.
Tek kelimeyle mükemmel, çok doyurucu bir not olmuş, kutlarım.
YanıtlaSilharika bir gezi yazısı detayları çok iyi yakalanmış bir gezi tebrikler Neriman yeni gezilerini ve yazılarını bekliyoruz.
YanıtlaSilçok iyi tebrikler
YanıtlaSilNerimancığım,
YanıtlaSilyazın çok güzel ve doyurucu olmuş. Geç okudum ama sayende çok geçmeden,ilk fırsatta bu toprakları gezmek istiyorum. Yeni gezi notlarını bekliyoruz. Kalemine sağlık.
Harika bir yazı olmuş.Belki de daha çok yazmalısın.
YanıtlaSilBu yazıyı okuduktan sonra ilk fırsatta buraları görmek istiyorum yazınız için çok teşekkürler ince bir düşünce güzel anlatım tebrikler.
YanıtlaSilÇok etkileyici bir gözlem gücü ve bir o kadar da muhteşem anlatım. Bir gün sevgili eşim ile görebilmeyi diliyorum bu mekanları, aksi halde pişmanlıklar listesine yazmam gerekecek.. Eline sağlık. Mesut
YanıtlaSil