Gezgin: HÜROL SİPAHİOĞLU
Sicilya hakkında bilgim genelde coğrafya dersinden ve mafya filmlerinden kaynaklanıyor; Akdeniz’in en büyük adası, sıcak hava, sıcak renkler, pizzalar ve mafya...
Hep merak etmiştim. Ve gittim, gördüm, gezdim. ve yazıyorum. Yine de sınırları belirlemek lazım; gördüğüm yerler Palermo, Katanya, Sirakusa, Noto, Taormina, Trapani, Marsala, Cefalu ve tam olmasa da Messina ve Agrigento. Aslında 8 günlük bir süre yetmedi, her şehirde eksik kalan bir şeyler oldu yine de bu güzel ada hakkında bir fikrim de oluştu tabii...
Evet, Akdeniz iklimi ama benim gezi süremde bana düşen
yağmur, kıyamet oldu. Mavi gök, mavi deniz olduğu belli ama sanırım Nisan-Ekim
arasında gidilirse bu maviliğe daha çok tanık olunabilir (Benim gezi tarihim Mart ortalarıydı). bu arada Haziran-Ağustos arası sıkıntılı olabilir; bu sefer de
Akdeniz ikliminin yakıcı yüzü ile karşılaşabilirsiniz.
Sicilya hakkında özet şeyler söylesem, neler derim.
Sıcak bir hava hakim; iklim olarak değil, insan ilişkilerinde. Bir an
kaptırsanız vay bilader, muhabbetine girebilir insan. Sıcak, samimi, genelde
İngilizce veya başka bir yabancı dil bilinmese de iletişim kurmaya hevesli,
yardım sever insanlarla karşılaştım. İngilizce yol sorun, size İtalyanca olarak
hararetli hararetli bir yol tarif
edeceklerdir kesinlikle; ama o yol nereye gider, bilinmez. Mafya ile ilgili bir
gözlemim olmadı ama ben kimim ki orada mafyayla saç baş olacağım. Bilmem,
insanlar tedirgin görünmüyorlardı.
Sicilya çok ucuz olmasa da, makul bir yer denebilir (1 Euroya magnet var, daha ne olsun). Yemek, içmek ucuz. Ama trafik cezaları
pahalı. Araba kiralayanlar, sakın arabanızı gelişigüzel park etmeyin, pahalıya mal olur. Gece uygun park yeri olarak görünen bir yer (otopark alanı bile
olabilir) ertesi gün hareketli bir sokak pazarına dönmüş olabilir ve tabii,
arabanız da trafik polisinin park yerine çekilmiş...65 Euroya arabanızı geri alıyorsunuz
(2016 yılı itibariyle). Otel resepsiyonuna güvenmeyin, onlar ne anladıysa ona
cevap veriyor. Ama arabayı bulmak için tüm polis ve esnaf seferber oldu;
doğruya doğru.
Sicilya şehirlerinde binalar köhne. İlgili bölümlerde
değinirim ama sanki görkemli geçmişlerini bir kül tabakasıyla örtmeye çalışır
gibiler, özellikle Palermo. Bizin Beyoğlu’ndaki binaların 80’lerdeki halini
düşünün; aynı grilik, pislik, köhnelik. İnsanın damacanalarla sabunlu suyu üstlerine
dökesi geliyor. Yapmışlardır belki ama şimdilik işe yaramamış.
Ve kaktüsler, sukulentler. Ben Ankara’da kaktüslerim bir dal
versin diye didinip dururken orada sokaklarda ağaç kaktüsleri, balkonlarda
sukulent sarmaşıkları görünce kendi beceriksizliğime mi yanayım, kaktüslerimin
nankörlüğüne mi... Sorunu Ankara’nın kuru havasına bağladım ve bağrıma kaktüs
basıp gezmeye başladım.
Önce Sicilya’nın doğu yakası var programda. Ama baştan
söyleyeyim; Sicilya’da tek bir yere gidecekseniz o Palermo olmalı (Ben Katanya
ile başladım).
Katanya, 1-2 günde gezilebilecek bir şehir. Hava ılıman, ulaşabilirseniz deniz güzel, şehirin geçmişini yansıtan ve ilgiliyseniz sizi hoşnut edecek tarihi mekanlar var, yemekler bizim damak tadımıza uygun ve lezzetli. Ama ikinci kez gelir miyim, bilemem. Bazı yerler insanı (beni) çeker. Katanya güzel, sıcak, sevimli ama bir kez daha görmek için heves uyandırmadı bende. Şehrin her yerini görmedim ama işin ilginci, pek merak da etmedim (inanın bu benim için çok olağan dışı bir durumdur; gittiğim yerlerin ara sokakları bile çekicidir benim için). Ara sokak demişken, insan ara sokaklara girerken tedirgin oluyor ama herhangi kötü bir şeyle karşılaşmadım. Şehir, tüm Sicilya gibi köhnemiş bir yüze sahip, binalar eski ve kirli duruyor; bu durum da bu tekinsiz atmosferi destekliyor. Sicilya, kesinlikle restorasyona ihtiyaç duyuyor bence. Adanın en çok siyahi nüfusa sahip şehri sanırım burası. Çok hoş sokak pazarları var, hemen her gün hem de...(Via Santa Maria di Betlem’de hemen her gün pazar kuruluyor. Giyecek, harika yiyecekler, türlü ıvır zıvır bulabilirsiniz pazarlarda). Şehirde trafik biraz kaotik ama biz çok alışkınız buna, yalnız park yerlerine dikkat, bu konuda çok titizler. Park yerinin uygunluğunu iyice öğrenin, varsa paralı otoparka koyun arabanızı. Mavi şeritli park yerleri, park edebileceğiniz yerleri gösterir ama buna da tam güvenmeyin.
Katanya, Akdeniz ortasında Akdeniz gibi yaşayan, yaşantısı, insanları açısından bizlerle benzerlik taşıyan, eğlenceli zaman geçirebileceğiniz, sizi kısa bir süre için oyalayacak bir şehir. Eğer Adanın doğu yakasında çevre yerleşim yerlerini gezmeyi planlıyorsanız Katanya iyi bir merkez. Hem ulaşım kolay, hem çevre de çok gidilecek yer var (Etna, Sirakusa, Taormina), hem de şehir olarak kaldığınız sürede bir çok ihtiyacı karşılayabileceğiniz bir yer.
Şehri gezerken Arethusa Çeşmesini göreceksiniz, çok güzel bir çeşme/ havuz. Mitolojik öyküsü var, gayet bildik: çapkın tanrılardan birinin peri kızına duyduğu arzu ve şehvetin hikayesi. Kabak her zaman ki gibi arzunun nesnesinde patlıyor, peri kızı çeşme oluyor. Yunan mitolojisinde kadınlar, kuğu oluyor, çeşme oluyor, defne ağacı oluyor. Biz de arzu nesnesi kadınlar bıçaklanıyor, öldürülüyor. Mitoloji gerçeğe estetiğini kaybederek dönüşüyor.
SİCİLYA (DOĞU KIYISI)
KATANYA
‘Denizine küskün şehir’; Ben bu sözü başka bir şehir
(Kazablanka) için kullanmıştım ama Katanya’da da aynı hisse kapıldım. Akdeniz'le
kucak kucağa olan bir şehir ama merkezdeyseniz denizi göremiyorsunuz, çünkü
şehir merkezinde liman ve demiryolu var. Alışmışız;
deniz kenarında oturup çay-kahve içmek, çekirdek çitlemek istiyor
insan. Mümkün değil; demiryolu, epey bir
süre şehirle deniz arasına giriyor ve bu durum
Piazza Europa’ya kadar sürüyor. Neyse, bu sonraki konu
.
.
Katanya, 1693 depreminden sonra yeniden inşa edilmiş bir
şehir. Bu nedenle barok mimari şehre damgasını vurmuş. Hava alanından şehre
giderken insan hafiften nereye geldim ben diyor ama şehrin merkezi farklı; barok
mimarinin kıvrımları, hareketliliği şehre hakim oluyor. Görülecek yerler
birbirine yakın. Tabii tam ortada Catania Duomo’su var (Cattedrale di Sant
Agata). Duomo, genelde her Avrupa şehrinde olduğu üzere bir meydana bakıyor.
Meydanda Mısır Dikilitaşını taşıyan bir fil ve çevresinde havuzlar var.
Meydanın çevresi kafeler, pastaneler, dükkanlarla dolu. Gezi tarihim paskalya öncesine denk geldiği
için kafelerin vitrinleri, sebze-meyve şeklinde marzipanlarla süslüydü. Ama
kremalı babarumlar, cannoliler de var tabii...Rikotta peyniri ile yapılan
connoliler, Sicilya gezisinin olmazsa olmazı. Babarum ise, bizim Şambali
tatlısıyla akraba ama rom katkılı; yeterince yenirse Sicilya’yı bambaşka gözlerle
görebilirsiniz (Mesela korkunç bir yağmur, bir kaç babarum tatlısından sonra bana
bahar çisentisi olarak geldi)
Taş/mermer işçiliği harika ama Sicilya’da bu o kadar sıradan
bir hale dönüyor ki, sanırsın taşlar dantel ipliğidir, binalar da dantel
örtüler. Sant Agata, Katanya için önemli
bir figür. Bir Hristiyan azizesi; din için boğazından hançerlenerek öldürülüyor.
Bu durum, travmatik bir hal almış gibi; her yerde, bayraklarda bile resmini görüyorsunuz.
Sant Agata sadece Duomu ile ilgili değil. Duomo’nun hemen
yanında bir Sant’Agata kilisesi daha var (Chiesa della Badia di Sant Agata). Ve
Şehrin en işlek caddesi Via Ethna’nın ortalarında bir tane daha (Sant Agata
Alcelcere; burada Sant Agata hapsedilmiş).
Katanya’da barok tarzı bir sürü kilise ve saray var. Benim
gördüğüm kiliseler (muhtelif Sant Agatalar dışında) San Benedetto, San Michelle Arcengelo, San Biagio, San
Domenica...
Bunlar arasında San Benedetto’yu özellikle tavsiye ederim, kilise yanında müze de var ve gerçekten hayran kalınacak bir taş, mermer işçiliğine sahip.
Bunlar arasında San Benedetto’yu özellikle tavsiye ederim, kilise yanında müze de var ve gerçekten hayran kalınacak bir taş, mermer işçiliğine sahip.
San Michelle Arcengello’ya da bir göz atın derim; taş ve
mermer işçiliğinin göz kamaştırıcı başka
örneklerini göreceksiniz.
Vaktiniz varsa diğer kiliseler San Niccolo ve San Francesco
Borgia da görmeniz tavsiye edilenler arasında ama ben görmedim.
Görülmeye değer bir yer de şehir kalesi Castello Ursino. Ben
gittiğimde kalede Chagall sergisi vardı. İçinde küçük, iddiasız bir de müze
var. Şehirde, bir çok saray, malikane var. Çoğu belediye binası, otel, yerleşim
yeri olarak kullanılıyor. Bunlar arasında Palazzo Valle ve Palazzo Biscari öne
çıkıyor. Bunların bazıları ikametgah olarak kullanılıyormuş. Kapıdan avluya
girince, avluyu çevreleyen katlar bulunuyor, katlardaki odalar ya da kat tümden
kiralanıyormuş. Bazılarında tuvalet ve yıkanma bölümleri ortak oluyormuş. Sorulduğunda
da sarayda oturuyorum diyorlardır. Ama yolunuz üstünde bakar olun, üstü kir
pas kaplı olsa da muhteşem taş işçiliğine sahip bu saray/malikanelere
rastlayacaksınız. Bir durup bakın.
Duomo meydanının bir yanında da balık pazarına giden yol ve
onun hemen başında bir havuz/çeşme(Lamenano) var.
Balık pazarında kurulan çarşıda türlü peynir, balık, et ve
deniz ürünü bulabilirsiniz. Bir şey
almadan gezmesi bile güzel. Yolunuz buraya düşmüşken La Paglia’ya gidip taze
balık/deniz ürünlerini tadın.
Bizim esnaf lokantası kıvamında, çok şirin,
çalışanları cana yakın. Lokanta önünde konuşurken garson İstanbul?diye sordu.
Türkiye’ye gelmiş ve Türkçeyi tınısından tanımış. Ben bunları nasıl anladım
peki; biraz vücut dili, biraz tahmin...Lokantadaki yemeklerin tazeliği bir
yana, bu fiyata Türkiye’de yenemez. Benden size bir deniz ürünleri salatası,
afiyetler...
Katanya’da antik Yunan-Roma kalıntıları var; rastlarsanız
bakın ama fazla vakit kaybetmeyin. Daha iyi örnekleri var. Bellini’nin parkı,
evi ilginizi çekebilir.Benim çekerdi ama zaman...
Alışveriş için Etnea Caddesinde aradığınız her bir sürü şeyi
bulabilirsniz. AVM olarak bir seçeneğe rastlamadım, daha çok dükkanlar var. Ama bu konu çok ilgimi çeken
bir konu değil, yanıltmayayım. Ben görmedim diyeyim.
E tabii insan, bu Akdeniz şehrinde denizi görmek istiyor; bu
hiç kolay değil. Önce liman, sonra demiryolu engel oluyor şehrin denizle
bağlantısına. Ancak Piazza Europa’da yol deniz kenarına yaklaşıyor. Burada da
bir kaç balık lokantası var. Ben Andrews Faro’yu tercih ettim; deniz ürünlü
gnocchi ve kalamar dolması (rikotta peyniri iledoldurulmuş) yedim; çok memnun
kaldım. Pizza isteyenlere Eat Pizzeria’yı öneririm.
Katanya, 1-2 günde gezilebilecek bir şehir. Hava ılıman, ulaşabilirseniz deniz güzel, şehirin geçmişini yansıtan ve ilgiliyseniz sizi hoşnut edecek tarihi mekanlar var, yemekler bizim damak tadımıza uygun ve lezzetli. Ama ikinci kez gelir miyim, bilemem. Bazı yerler insanı (beni) çeker. Katanya güzel, sıcak, sevimli ama bir kez daha görmek için heves uyandırmadı bende. Şehrin her yerini görmedim ama işin ilginci, pek merak da etmedim (inanın bu benim için çok olağan dışı bir durumdur; gittiğim yerlerin ara sokakları bile çekicidir benim için). Ara sokak demişken, insan ara sokaklara girerken tedirgin oluyor ama herhangi kötü bir şeyle karşılaşmadım. Şehir, tüm Sicilya gibi köhnemiş bir yüze sahip, binalar eski ve kirli duruyor; bu durum da bu tekinsiz atmosferi destekliyor. Sicilya, kesinlikle restorasyona ihtiyaç duyuyor bence. Adanın en çok siyahi nüfusa sahip şehri sanırım burası. Çok hoş sokak pazarları var, hemen her gün hem de...(Via Santa Maria di Betlem’de hemen her gün pazar kuruluyor. Giyecek, harika yiyecekler, türlü ıvır zıvır bulabilirsiniz pazarlarda). Şehirde trafik biraz kaotik ama biz çok alışkınız buna, yalnız park yerlerine dikkat, bu konuda çok titizler. Park yerinin uygunluğunu iyice öğrenin, varsa paralı otoparka koyun arabanızı. Mavi şeritli park yerleri, park edebileceğiniz yerleri gösterir ama buna da tam güvenmeyin.
Katanya, Akdeniz ortasında Akdeniz gibi yaşayan, yaşantısı, insanları açısından bizlerle benzerlik taşıyan, eğlenceli zaman geçirebileceğiniz, sizi kısa bir süre için oyalayacak bir şehir. Eğer Adanın doğu yakasında çevre yerleşim yerlerini gezmeyi planlıyorsanız Katanya iyi bir merkez. Hem ulaşım kolay, hem çevre de çok gidilecek yer var (Etna, Sirakusa, Taormina), hem de şehir olarak kaldığınız sürede bir çok ihtiyacı karşılayabileceğiniz bir yer.
Bu durumda Katanya’yı merkez alıp önce güneye inelim;
Sirakusa ve Noto’yu gezelim.
SİRAKUSA
Sirakusa, Katanya’dan yaklaşık bir saat uzaklıkta, şirin bir
şehir. Turistler için ilginç olan eski şehir, surlarla çevrili ve ana karaya
köprüyle bağlı Ortygia adasında. 1693 depremi Sirakusa’yı da etkilemiş; bu
nedenle barok tarzı binalar buralarda da göze çarpıyor. Ama Adanın iç sokakları
dar, taş döşemeli, dolambaçlı ortaçağ
şehirlerine özgü yollardan oluşuyor.
Adaya girerken önce Zeus Olimpia Tapınağı’nı görüyoruz. O
sırada alanda bir protesto gösterisi vardı İnsanlar sakin sakin ya dinliyor
ya da yoluna devam ediyordu. Polisler de öyle. Ana yoldan devam edince Duomo’ya
varıyoruz. Barok cepheli bina
etkileyici. Katedral, Athena Tapınağı ile birleştirilmiş. Tapınağı görmeye
gerek yok (Giriş 3 Euro).
Duomo Meydanı
çevresinde birbirinden gösterişli binalar yer almakta. Burada ana yoldan
ayrılıp şehrin içine, dar ve loş sokaklara dalabilirsiniz, sukulentler sarkan
balkonlar arasında ortaçağ havasını soluyarak dolaşabilirsiniz. Böyle bir
gezinti sırasında ‘Retro’da oturup bir antipasta tabağıyla soluk aldım ben.
Yola devam edince Maniace Kalesine varıyorsunuz. Bu 13
yüzyıl kalesi, en azından sunduğu deniz manzarası için gezilmeye değer.
Şehri gezerken Arethusa Çeşmesini göreceksiniz, çok güzel bir çeşme/ havuz. Mitolojik öyküsü var, gayet bildik: çapkın tanrılardan birinin peri kızına duyduğu arzu ve şehvetin hikayesi. Kabak her zaman ki gibi arzunun nesnesinde patlıyor, peri kızı çeşme oluyor. Yunan mitolojisinde kadınlar, kuğu oluyor, çeşme oluyor, defne ağacı oluyor. Biz de arzu nesnesi kadınlar bıçaklanıyor, öldürülüyor. Mitoloji gerçeğe estetiğini kaybederek dönüşüyor.
Duomo dışında, San Paola, Santa Lucia Kilisesini ve Santa
Maria della Concezione Kilisesini gezdim. Zamanınız varsa Santa Lucia
Kilisesini gezin.
Adanın etrafında Porta Marina’da yürüyüş yapıp manzaranın
keyfini çıkarabilirsiniz. Şehrin dar,
uzun yolları, sahile açılıyor, buradan yürüyüşünüze kıyı boyunca devam
edebilirsiniz. Gezginler, genelde Adaya odaklanıyor ama Şehir, ana karada
da sürüyor; yeni yerleşim ana karada. Zamansızlıktan dolayı ben bu kısmı
göremedim. Öte yandan Dionysios’un Kulağı denilen insan oyması mağarayı da
içeren arkeoloji parkı ile yerel sanatla ilgili bir müzeyi barındıran Bellomo
Sarayı’nı gezemedim. O gün içinde
gidilecek Noto vardı.
NOTO
Noto, Sirakusa’ya çok yakın, dağ yamacında kurulmuş, küçük
ama çok yoğun bir kent. Hep bahsettiğimiz 1693 depremi burada da etkili olmuş.Yıkılan kent, tamamen barok tarzda yeniden inşa
edilmiş. Şehrin eni dar ve birbirine paralel yollardan yamaç aşağı uzanıyor.
Enine bakıldığında, Şehrin ana eksenindeki yollar yaklaşık Taksim’den
Galatasaray Lisesi’ne kadar uzanan bir mesafe ancak binaların yüzü o
kadar ince taş işçiliğine sahip ki, sanki bir barok mimari konulu açık hava
müzesindesiniz. Yoğunluk açısından burası herhalde barok mimarinin şahikasıdır.
Noto’nun ana caddesi olan Corso Vittorio Emanuele üzerinde bir yürüyüş size
Şehir hakkında önemli bilgi verecektir.
Yol üzerinde katedraller, saraylar, tiyatrolar yan yana
dizilmişken hangi birine bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Ancak ara sokaklardaki
daha küçük (bir ihtimal yaşayanlara ait) binalar da barok tarzdan nasibini
almış. San Domenico kilisesi, San Nicola de Mira katedrali ve San Francesco
d’Assisi kilisesi özellikle ilgili hak ediyor.
Palazzo Alfano, balkon
demirlerine kadar işlenmiş haliyle zaten görmemezlikten gelemeyeceğiniz bir
diğer yapı. Caddenin diğer yanında Tiyatro binası ve belediye binası olarak
kullanılan Palazzo Ducezio’da dikkate değer binalar.
Noto, görülmeye değer bir yer. Evet, barok mimari biraz
aşırı doz oluyor ve bir süre sonra bakıp geçiyorsunuz. Her biri bir şehri
güzelleştirecek binalar yan yana sıralanınca insan kayıtsızlaşıyor. Düşünüyorum da, bir dağın yamacındaki bu minik şehir, neden bu kadar önemli. Düşündüm,
sonra unuttum. Çünkü ertesi güne hazırlanacağım. Etna ve Taormina var sırada.
TAORMİNA
Etna’ya gideceğim gün, ortalık yine yağmur, fırtına,
felaketti. Dağın eteklerindeki kasabalarda bir süre dolandıktan sonra
Taormina’ya yöneldim. Ancak yolda bir kasaba kilisesinde gördüklerim,
paylaşmaya değerdi. Dağ yolundaki Saint
Caterina d Alessandria kilisesi kendi içinde çok güzel bir kilise, içindeki
tasvirler beni şaşırttı.
Çok kilise, katedral gördüm ve türlü dini tasvire rastladım
ama bu başka bir yorumdu. Gerçi sanırım resim öğrencilerinin dini idollerle ilgili eskiz denilecek
çizimleriydi ama yine de ilginç geldi bana. İsa’nın insanlığın günahları
için seçilmiş bir koyun, bir tür günah keçisi olduğunu biliyordum. Bir
kasaba kilisesinde, kuzuyu sırtlanmış top model kılıklı birini dini tasvir
olarak görünce şaşırdım. Bu bizim tanıdığımız çilekeş İsa ya da başka bir dini
kişilik gibi durmuyor. Bana ilginç geldi.
Gelelim Taormina’ya. Yine yağmurlu bir gündü. Şehrin
otoparkına girdim. Taormina, bir yamaca
kurulmuş bir yer ama sahili aşağıda. Bu nedenle önce nereye gideceğimi
bilemedim. Ana yerleşim yerinin daha yukarıda olduğunu öğrenince 300-500
metrelik bir yürüyüşle kasabaya vardım. Taormina, hemen insanı içine alıyor,
büyülüyor. Buranın da bir efsanesi var; Yunanistan’daki zorba kraldan kaçan
halk gelmiş, bu tepelik yere yerleşmiş falan filan... Çok iyi etmişler. Gelir
gelmez de, denize nazır bir tiyatro yapmışlar. Tiyatronun; bir yanında Etna,
bir yanında İyon Denizi, öyle bir manzarası var ki, insan o manzara karşısında
olup da tragedya korosunun ‘Ah Agamemnon, Agamemnon’ diye bağırmasına ne kadar etkilenebilir,
bilemiyorum. Manzara konusuna yine
değineceğim çünkü Kasabanın manzara taraçaları var. Zaten kasaba taraçalarla
denize kadar iniyor; taraçalarda villalar, lokantalar, dükkanlar...
Yunan ve Roma dönemlerinden kalan başka antik kalıntılar da
var (müzik gösterileri için Odeon ve savaş oyunları için Naumacha)ama çok
ilgilenmeden kasabanın yollarında ilerledim Kasabaya girdiğinizde sizi İside ve Serapide
Kilisesi karşılıyor, sonra Kasabanın meydanına varıyorsunuz. Orada da Largo
Sant Caterina Kilisesi var.
Ben Sicilya’dayken henüz canlı sezon başlamamıştı ama sıkı
sıkı siestalarını uyguluyorlardı. Kasaba, hem yağmur, hem daha mevsiminin
gelmemesi, hem de siesta nedeniye durgundu. Ama insan yaz dönemlerinde buranın
nasıl olacağını tahmin edebiliyor.
Kıvrıla kıvrıla sahile kadar inilen
yollardaki (teleferik de var) çiçek, kaktüs, sukulent dolu balkonlu evler, minik hediyelik dükkanlar (özellikle seramikçiler), lokantalar buranın canlı
hayatının bir kanıtı.
Yolları takip
ederseniz, manzara taraçaları ve parkına (Taormina Bahçeleri)varırsınız. Burada
durup soluklanın; bahçe yeşilin her tonuyla dolu, ayrıca manzara nefes kesici. Sahile inemedim. Yağmur
ve zaman darlığı buna engel oldu. Ama yazın tepeden sahile inmek için teleferik
var.
Taormina’da Tauro dağındaki ortaçağ kalesi ve içindeki
Madonna della Rocca görülebilir ama bir hayli uzak görünüyordu, özel bir zaman
ayırmak gerek. Palazzo Corjava’ya da gidemedim, halen müze olarak kullanılıyor.
Gezdim, dolaştım, acıktım; tesadüfen seçtiğim
Baccalane lokantasının hem içi hem yemekleri çok güzeldi. Minestrone ve
kalamar dolma aldım. İtalya’da minestroneyi farklı yerlerde farklı biçilerde
yapıyorlar. Bazı yerlerde sadece sebzelerden bazı yerlerde tahıllardan oluşuyor
çorbanın içeriği. Burada karmaydı. Kalamar dolma ise çok lezzizdi (en az
Katanya’da yediğim dolma kadar ama burada çok daha küçüktü).
Taormina, ünlülerin de tercih ettiği bir sayfiye yeri.
D.H.Lawrence bir süre burada yaşamış. Evelyn Waugh, Goethe buranın ünlü
konuklarından. Richard Burton-Elizabeth Taylor buradan geçmiş. Taormina
gerçekten çok sevimmli bir tatil kasabası. Daha başka ve uzun bir zamanda gelip
ana caddesi Corso Umberto’da dolaşmak,
dükkanlara girip çıkmak, müzesini, kilisesini, antik alanları rahatça gezmek ve
sonra denize girmek, akşam da Sicilya şarapları eşliğinde yemek yemek, burada
oyalanmak isterdim. Ama arkana bakma yolcu; daha Palermo var. Öncesinde de
Messina’dan geçilecek. Missina’yı gördüm diyemem ama yaklaştıkça karşıda İtalya
ana karası (çizmenin ucu) ve Sicilya kıyıları çok güzel görüntüler
oluşturuyordu. Messina’ya girdiğimde yine siesta arasıydı. Duomo’yu gördüm.
Görkemli, çarpıcı ve güzeldi. Duomo meydanındaki Fontana d’orione çeşmesi,
Sicilya’nın en güzel çeşmeleri arasında sayılıyormuş.
Duomo’da Meryem ve kucağında bebek İsa’nın altın çerçeveli resminin aynısı Duomu
Müzesinde, yüz resimleri boş , sadece altın çerçeve olarak vardı. Bana
lunaparklardaki insanların yüzlerini koyup resim çektirdikleri surat kısmı kesik figürleri hatırlattı.
Messina ile Doğu Sicilya’ya veda ettim. Acele etmeliyim. Akşama Palermo’da olacağım.
Arada Cefalu var. Milazzo ve Tindari’yi mecburen atlayacağım.
1 yorum:
Gezginimiz bu Sicilya gezisini adeta koşarak yapmış,sekiz günde birçok yeri görmüş,Ama
Meydan meydan,cadde cadde ve sokak sokak gördüklerini anlatması tek kelime ile
muhteşemdi.
Başta gezginimizi ve bloğuna koyup yayınlayan blok sahibi Tülay hanımı Candan
Kutluyorum.
Yorum Gönder